expr:class='"loading" + data:blog.mobileClass'>

28 Haziran 2015 Pazar

Her şeyin tam olmasına ve bitmiş halde hazır bulunmasına karşı bir istek duyuyorum. Kan pıhtısından oluşma fikri bu yüzden içimi huzursuz ediyor. Şekli belirsiz bir koyu kırmızı pıhtı. Dört yanından çıkan kollar, bacaklar. Kolların ucundan dallanıp budaklanan parmaklar. Nasıl olduğunu bilmek istemiyorum.

Suyun yaşadığı yerler var. Düzenli olarak vurduğu kıyılar. Hani diyemiyor ki ben bugün uzak bir sahile vurayım. Şanslı olanlar bir yağmur bulutuna taşınıp kendi seçmediği bir noktaya da düşebilir. Düştüğü yer yine bir su birikintisi değilse su olmaya devam etmeyedebilir.

İki kol, iki bacakla ödüllendirilerek geldiğimiz bu dünyada,  nerenin suyu karıştı ki var olmak için ödünç aldığımız sıvılara, bilmediğimiz yerleri özlüyoruz. Sadece senin olanı alıp gitmek diye bir şey mümkün değil. Bu şey bizi birbirimize bağlamış. Herkesi birbirine bağlamış. Topraktan bitmiyoruz ki biz. Yaban otu da değiliz.

Bu ses işe yarıyor.
Bu su işe yarıyor.
Bu su bu taşlara vurup geri kaçtıkça güzelce işe yarıyor.

Bu dalgalar artık su olmak istemediklerinden mi karaya tırmanmaya çalışıyor?

16 Haziran 2015 Salı

üçüncü kez başladığım "varolmanın dayanılmaz hafifliği" yine sonunu göremeden çantanın birinin dibinde kaldı.

bir tekeri döndüren fare davranışındaki hareketleri saymazsak, benim varoluşum hafif olmamakta haklı.

düşünce eylemden sayılsaydı bu kadar harekete....

aman.

derinlerde hava taneciği bulunmadığının kanıtlandığı günlerdeyiz.

her şey bu kadar kontrol altındayken kontrol dışına çıkan hallerim, aslında kontrol sandığımız şeylerin kasılmalardan ibaret olabileceğini düşündürüyor.