expr:class='"loading" + data:blog.mobileClass'>

29 Nisan 2011 Cuma

bunlar biliyorlar. her gece soyunup zamanın üstünde gidip geliyorlar. zaman duruyor, üstünden geçiyorlar. aynı tele sıkılmadan bir gün müddetinde basıyolar. öleceğini anlamış bir hayvan kadar sakin bakıyorlar. Kendi dudakları birbirini öyle çok seviyor ki, ayrılsalar bile bir gram nefes yutup tekrar öpüşüyorlar. en çok kendiyle öpüşen, en çok beyniyle sevişen, bunların hepsini uykuda halledip sabah kapıyı kendi üstüne kilitleyip, sokağa, serin taşlara, yerin kokusuna, cansız ne varsa durgunluğuna, çok yavaş yürüyorlar. her gün bir yeni ülke geziyorlar, bazı geceler bir filmde uyuyorlar. bak onlara, başkasının süveterini kendilerininmiş gibi giyiyorlar. çünkü eşyadan bağımsızlık bulabildiğin kadar çok eşya kullanmaktan geçer.
bazı kelimeler var, başına 'over' koyuyorsun hastalık oluyor. 'oversensitivity' mesela. bazı burunlar var, ağlasan da ağlamasan da akıyor. bazı uykular var, en çok, çok zamanlı, en derin, çok sahi geliyor. bazı kadınlar var, insan olmayı pinokyodan çok istiyor.

birgün sırtımı duvara dayadım ve büyümeyi bekledim. bunu yaptığımda 24 yaşımdaydı. 7 yaşımdayken büyümenin zamanla olacağını aklım alırdı ama 24'te artık sabrım kalmamıştı. Ben de bir duvara yaslanıp bütün bir günümü büyümeyi beklemeye ayırdım. artık 'over'ların gitmesi gerekiyordu ve hava kararınca eve çağıracak anneleri büyümekse, sırtım bu duvardan ayrılmadan gelip toplamalıydı arsız çocuklarını.

büyümek ses etmedi. bazı masallara büyüyene kadar inanılıyor. hem, büyümek mi dedim? onun adı alışmak oluyor. bazı kelimeler var, yanlış anlaşılıyor.
başımı bir duvara yaslıyorum. boynumu hafifçe geriye kırıyorum. çenem öne çıkıyor. bir kahkaha nefesi üflüyorum. kah kah. çok şık oluyor.
 
hayır sabah olamaz, git bana çalı çırpı topla, daha ateş yakacağım. iliklerimiz ısınacak, kemiklerimi yoklayacağız. sen omurumu söküp kucağında sallayarak uyutacaksın. ikimizde rahat birer nefes alacağız. sonra nefesleri değiş edeceğiz, sen benimkini yutacaksın, ben seninkini. Belki benimkini vermeden kendininkini de yutacaksın, ben nefessiz kalacağım ya da dilinin altında saklayıp bana şaka yapacaksın. Ben şaka sevmezliğimden inatla geri almayacağım, fazla nefesten boğulacaksın. Üstünde hava kabarcığından çiçekler bitecek, nefes fazlasından yok olacaksın. Biz de elimizi çenemize götürüp kederli ama bilmiş laflar söyleyeceğiz. Sen en az olmuşken, yoka varmışken, herşeyin fazlası zarar diyeceğiz.
 
Ben bir fotoğraf çektirecektim, duvara yaslı, neşeli, gülerken. Yine seni öldürdüm.

15 Nisan 2011 Cuma

tarihi yanlış yazıyorum. yanlış yazdığım tarihten medet umuyorum. belki bir dönümün tarihidir. umutlu çocuğum ben. istediğim gibi harcıyorum umudu. duvardan duvara vuruyorum. bakayım, neresi acıdı diye yanına yanaşıp, acıyan yerine bir el daha vuruyorum. ağlamaktan istemsiz iç çeker hale gelmiş bir umudun saçı elimden düşmüyor, avuç avuç yoluyorum. bazen gerçeklerle birdirbir oynatıyorum, maksat canı sıkılmasın, bilirsiniz umut oyalanmalıdır. herneyse, sana doğru elimde mezurayla koştuğumdan bahsedecektim, araya umut girdi.omuzlarına bakıyorum, herkesten geniş, ellerine bakıyorum, herkesten büyük, tek avcuna sığarım sanki. soruyorum onlara ‘neden böyle?’, ‘sana daha büyük görünebilsin diye’, gülüyorum. kırmızı başlıklı mı ne hani, onun babanesinden rol çaldınız, anlıyorum.
Bahsettiğin ağaçlar bunlar mı? Çiçekliyken mi keselim, meyvesini döksün diye mi bekleyelim. Sana konuşabileyim diye bu aylarda ağaç kurban ederdik, emri sen verirdin, unuttun elbet. zaman dediğin çeşit çeşit, seninki benimkine eş değil. en az dilimi kullanıyorum, sonra gözlerimi. en erken onlar yaşlanacak. çok zaman sonra seninki kadar büyük ellerim ve ölü gözlerimle sokağından geçerim. yine konuşmayız, yine sen senin zamanında, ben benimkinde olurum. ziyan şeyler değil bunlar. abartılacak birşey yok. dağılın kelebekler. yaşıyoruz.

6 Nisan 2011 Çarşamba

Toprakla ilişkimiz Adem ile Lilith’in alt üst kavgasından öteye gidemedi. Önce üstteyiz, sonra altta. Kemikli ayaklarımızla çiğnedik toprağın yaşlı sırtını, biraz da sen yat ben çıkayım üstüne dediğinde, böyle hayat koktuğunu bilemezdik ya, yanağımızı ayırması zorumuza gitti. Yattığımız yerden dilimizi uzatıp gizliden tadına da baktık. O zamandır solucanıyız buraların.
Yanımda biri uyurken, odada tek başıma olduğum zamankinden daha iyi alıyorum yalnızlığın tadını. Bardağına göre mükemmel oranda katılmış şeker. Yanımda uyuduğunda varlığın susturulabilirliği iştahlandırıyor beni. Hiç olmayanın değil, varken yok edilenin kokusu daha keskin. Böyleyken, uyku nefesini bilmediğim birinin varlığını kabullenmiyorum. Uykusundan küçük kımıldanmalarla oyun için uyandırdığım, rüyasında gezinmekten bacakları ağrımış birinin döndüğü an bana tutunup soluklanmasının hakedişleri var. Uyandırılmak ödüllendirilmeli. Kafalarını ezmek suretiyle kovalamaya niyetlendiğim duyumların, uyurularak yok edilemeyeceğini, yanımda uyumasından rahatsızlık duymadığım insanlar tanıdığımda farkediyorum. En bana uğramaz dediğim duyguları, onları uyurken gördüğümde tanıyorum. Uyku nefeslerini biliyorum. Kabulleniyorum.