expr:class='"loading" + data:blog.mobileClass'>

28 Temmuz 2012 Cumartesi

Kabak diyorum kabak

Yatağa uzandım, bacaklarımı birbirine sürüyorum, tam anlatamıyorum da derim değişmiş sanki. Kabak doğradıysanız bilirsiniz, avuçlarını bir değişik yapar insanın. Vallaha da Kabak'tan döndükten sonra oldu. Bahsetmek daha doğrusu kaydetmek istediğim çok şey var. Deniz yoluyla gidilen mağarada yüzdüm lan! Yüzüyosun yüzüyosun sonra sen yüzerken üstüne gölge yapan kayaların arasında bir oyuk çıkıyor karşına. İçine girip bir bakıyorsun ki sanki birileri ışık odasının kapısını açık unutmuş. Gördüğüm en güzel ışık oyunuydu mağaranın içindeki. Şimdi aşağıya bir kaç fotoğraf eklerim altlarına da yazarım bir şeyler ama ille de söylemem gerekenleri yazayım. Şelaleye tırmanmazsanız eksik olur. Doğal havuzlarda yüzmemiş olursunuz. Dönüş yolundaki "tersine dünya" taşını görmemiş olursunuz. Tüm vadiyi tek seferde gören bir taş bu, üstüne sırt üstü yatıp kafanızı geriye atıyorsunuz, vadiye tersten bakıyorsunuz. Bir nevi ot kafası. İnerken (gidip dönmesi havuzlarda fazlaca oyalanmazsanız 3 saat kadar sürüyor) yürürken sizi izleyen hayvan gibi kayaların ortasından geçiyorsunuz. Yankı denemesi yapın. Uzun zamandır işkilleniyordum zaten ama bu sefer emin oldum, denizden çok yükseği, yeşili sever olmuşum. Akşam olunca platform dedikleri oturma alanlarına yerleşiyorsunuz, hepsi Chris denen insan eliyle yapılmış. Kocaman dalların üstüne yuvarlak ağaç gövdelerini koymuş, aşağıdan baktığınızda üzerinde oturmaya cesaret ister. Chris dedim. 7 yıldır burda. En güzel bakan insan olabilir. O nasıl güzel gülmek. Asosyalitemin tavan yaptığı şu günlerde bir şekilde göz teması yakalayıp nasılsın Meltem, yüzdün mü, şelaleye gittin mi diyebilmiş bir insana 'adam sen insan mısın, ormanın ortasına tek başına burayı nasıl yaptın' diye bağırasım olduğu halde ağzımı açmadım. eylülde yine gelirim diyebildim sadece. belki de hep aynı şeyleri duyuyordur diye söylemek istemedim. bir de çok sağlıklı gözüküyorsun demek isterdim. konuyu fazla dağıtmak istemem ama adam sevişirken platformlardan birini kırmış huuuaaaaaa :) neyse. Şelaleden dönerken ormanın içinde bir anıt mezar var. Bir kahin yaşarmış eskiden karısı ölünce yapmış, o taşı ora nasıl diktin amca diye ona da sorulabilirdi. En tepelerde değirmenci yalnız yaşıyormuş belli ki, değirmenin ve tek odalı bir evin kalıntıları var. Bu orman Avrupa'daki en büyük bozulmamış yani aslında buzul çağını yaşamamış ormanmış. Ben Sinan'ın yalancısıyım. Mouse kullanmaktan sinirleri atmış sağ kolumu, sen ver onu bana işine bak deyip alan, muhtemelen tüm sinirlerine tek tek dokunup eski haline getiren bir adamdan bahsediyoruz. İnsanın inanası geliyor. Adaçayı vardı her yerde. Meğer ilk yeşil olur sonra o küllü renge dönermiş. Kabak'ta günler çok uzundu. İlk defa imrendiğim şekilde uyudum. Platformda uzanıyordum, az uyuyayım dedim, uyudum lan! Hem de 10 saat hem de ay ışığında. Ondan mı cildim böyle oldu acaba. Uyku iyi geldi. Hayatımın en uzun ama uzadığı için huzuru kaçmayan tek uykusuydu. Sürekli bir şeyler yapma telaşım yüzünden uyuyamıyorum, oysa uyumak gerek. Hayatın biz gözümüzü kaparken bir şeyleri yoluna koymasına müsaade etmek gerek. Temizlik konusunu diyeyim bir de. Temizlik derdi yok ama pis demek değil. Herşey tozlu. Herşey tahta. Tahta dünyanın en huzurlu şeyi bence. Vernikli ahşaptan bahsetmiyorum. Bildiğin kıymıklı tahta. Pati vardı sonra. dişleri kırık bir bulldog. köpeklerden çok korkuyorum. Pati'den bile korktum. Hayvandaki insan sevgisi bendeki hayvan sevgisinden çokmuş ki her seferinde deet, gitttt, laaan dememe rağmen, geldi sokuldu, kafasını uzattı. Yürürken gözümün önünde dursun diye önüme geç diyorum o da beni öne almaya çalışıyor. Meğer bizi kollamak istermiş. Merve'yle aralarındaki şeyi çok sevdim. 4 dilek hakkım vardı, ormanın içinde dilek kapısı, kahve, 2 de yıldız kayması. hepsinde aynı şeyi diledim. sonra rüyalarıma kulak vermem gerektiğini fark ettim.  
Dönerken yol uzundu. Her zamanki gibi yatıştırdı. Kabak cidden ayrı bir dünya gibi. Sanki bir süre uzaklaşmak istiyorum, uzaktan bakmak istiyorum dediğiniz şeyin karşılığı. Havada asılı kaldım 4 gün diyelim. Dönüş yolunda bazı şeyleri kutuya kaldırdım. Mesela yeşil defter. Şimdi Kabak'ı hatırlatacak bir rengim ve bikini izlerim var.


sırt üstü yattığınız yerden gördüğünüz şey bu


                                        şelaledeki doğal havuzlardan biri bu

platformlardan biri bu
      çok pardon ama uyuduğum yer buuuuuuuuuuuuuu. her akşam  burda uyudum çadıra gitmedim hiç.
                    bizi kelebekler vadisine götüren sandalın merdiveni bu
bunun adı Love Circle. Cindy koymuş ismini. Altı hep boştu. Kabak gibi bir yerde kimsenin aşkı falan siklediği yok arkadaşlar. 
                                bu ne oluyor derseniz, barın çatısı la!
bunlar peşimde götürdüğüm 19'luk oğlanlar. 
bu balkon halim.
bu 2,5 aydır Kabak'ta yaşayan kardeşim. Çok yakınınız olan insanlarla ilgili tespit yapmaya devam ediyorsunuz, tanıdım bitti olmuyor. Hep deli diyorlar genelde ama kelimenin hakkını vererek deli olduğunu bu sefer anladım. El feneri olmadan gece yarısı ormanın içinden sahile nasıl iniyorsun diyorum, ay ışığı var ya diyor. Çok iyi gelmiş Kabak. Bulanık hiçbir şey kalmamış sanki. 

Eylül'de tekrar gidiyorum. Bu sene doğduğum günü kutlamaya kadar verdim. 

23 Temmuz 2012 Pazartesi

bir zaman başkasında görüp şaşırdığımızı kendi davranışımızda görüp, şaşırdığımız anı hatırladığımız oluyor. işte bu iki zaman arasında bilmediğimiz ne çok şey olduğunu fark ediyoruz. bir başka taraftan bilmenin herhangi bir şeyle doğru orantısının bulunmadığını. seni son kez bir mısır tarlasında boyunca yaprakların arasında görüyorum. bir sıra boyunca adımlarımız, hışırdayarak yürüyoruz. çıkışı bulmaya uğraşıyoruz. yolda önümüze çıkan, gözümüze değen olgunlaşmış mısırları koparıp sepetimize atıyoruz. terliğimizle ayağımız arasına yürürken biçtiğimiz otlar birikiyor. yeşil ve sarının arasından sana baktığım zaman gözüme çarpan başka renkler var. seni bir bütün olarak göremiyorum. bu dalların arasından düze çıkalım da göreyim diye hızlanıyorum. yol umduğumdan uzun sürüyor. bir süre sonra görmek önemli bir eylem olmaktan çıkıyor. karşımızda bu kadar yüksek, bu kadar yeşil, bu kadar sıra dağlar varken, senin görünmen, benim görmem, bizim görüşmemiz önemsiz kalıyor.

22 Temmuz 2012 Pazar

ziyan

ziyanı yok dedim. her seferinde önemli değil derken bu kez ziyanı yoktu. ellerime, dirseklerime baktım, üstümü başımı yokladım. kesik çizik kırık dökük bulamadım. o yüzden bu sefer ziyanı yoktu.  hem ziyan ön koşulludur. varlıkla doğru orantılıdır. bir şey ne kadar varsa o kadar olası ziyandır. bu sefer. yoktu.

köyümüzün camı


16 Temmuz 2012 Pazartesi

Helen dediğin atarlı olur

hayatımda sergiye gidelim mi diyen tek insan var. Great Masters'ı görmem gerek gelecek misin dedi, vapurla gidiliyor, gelirim dedim. sergi iyi değildi. sabah moda'da kahvaltı ettik. bahsi geçen zaman cumartesi. sıralamayı karışık verdim. önce kahvaltı, sonra vapur (her sabah vapura binerdim ey gidi), karaköy'e geldik. orda bayırı tırmanınca Tophane-i amire var. taşın serinliği başka oluyor, bir de tepe, bir de ağaçlar. sergideki tek görmelik şey Da Vinci'nin Aynalı Odası. Onu da marangoza anlat yapsın. Abartmayayım da üçünden en akıllısı Da Vinci'ymiş bence. Anatomiyle bozulmuş kafasını sevdim. Aynalı odada götümüzle başımıza aynı anda bakma lüksünü yaşadıktan sonra eeaah dedik çıktık ordan. Hemen karşı salonda başka sergi varmış. Ordan da aklımızda kalan "Ben Yünanlı değilim Helenim" oldu. Çingene dediniz ama biz Romanız der gibi. Cidden bize bir şey ifade etmeyen bir sürü şey vardı, biz de kafamızı sergi salonunun büyülü tavanından kaldıramadık. Çıkarken baktık defter var.  İşte şurda şunu şöyle yansıtmışsınız, aklınıza sağlık, emekler, gönüller, lezzetli, keyifli gibi laflar yazmışlar. Biz de hakkını verelim dedik. "Tavan güzel olmuş, tebrikler" yazdık. Eser sahibinin özgüveni sağlamdır diye umuyorum.

                                                    söz konusu tavan şu:


atarlı Helen

sanatçıya notumuz


en kötüsü uykun yokken serdal'ın olmaması


15 Temmuz 2012 Pazar

birini okumaya başladım. 3 cümle sonra okumaya devam ediyordum. sevindim. devam edebilmek lazım oluyor. birini okumaktan hoşlanmak nadir rastladığım bir şey oldu. bu da sonuna kadar izleyebildiğim yeni şey. 


13 Temmuz 2012 Cuma

son 3 ayın cumalarında ciddi değişim söz konusu. şu an çok uykum var. bazı şeylerin ne kadar saçma olduğunu kanıtlayacak durumda değilim ama saçma olduklarından eminim. her gün bir diğerinin aynısı olsa da, yaşa yaşa bitmeyecek olsa da laflarımız azalıyor. öyle bir zaman gelecek ki konuşmaya elverişli bir ağzımız, hevessizlikten kımıldamayan bir dilimiz kalacak. sonra da konuşmamanız için her koşulu hazırlamış insanlar, sen de ne kadar sessizsin diyecekler.
çok sıcak. kadıköy çok sessiz. kafamın içi çok sessiz. 21 eylülü bekliyorum. ayaklarım o zamandan sonra yürüyecek, biliyorum.

8 Temmuz 2012 Pazar

bazı şeylerin büyümesi için dokunmamanız gerekir. misal yavru kedinin ölmemesi için dokunulmaması lazım gelir. nedir, annesi terk etmesin diye başkasının kokusunun değmemesi. nedir, kelebeğin başkası değince kanadındaki tozu dökmesi. balıkların hastalanıp ölmesi. yeterince büyüdükten sonra, aynı kediyi camdan atsanız ölmüyor. koşuşturmayı bırakıp bir dakika durunca, senden başka şeylerin nasıl yaşadığına bakınca, zamanını kullanmasına müsade edince. demiştik ama, kanunun doğadan geleni bizi serin dere kenarlarına götürür. demiştik elbet evvelinde. vaktiyken hatırlamak gerekir.

7 Temmuz 2012 Cumartesi

British Council Türkiye'nin  2013 Londra Kitap Fuarı Odak Ülkesi olmasını vurgulamak için Poster Projesi yapmış. Mart 2012 – Nisan 2013 tarihleri arasında, her ay Türkiye’den farklı bir yazar ve tasarımcıyla iş birliği içinde çalışarak 14 ay boyunca 14 farklı poster üretecekmiş. Tesadüfe geliniz ilk poster Hakan Günday. Hem de Kahve Bahane'de tuvalet sırası beklerken gördük. Her ay yenisi gelecekmiş. Kahve Bahane de öteki ay yenisi gelince eskisini bize verecek. Arkaoda'dan alamadıklarımızı British Council versin madem. Bu içimizde kalmasın. 





Bu bizim gittiğimiz, sevdiğimiz haliydi. Bahçesi boştu. Soğuk zamanlardı. Ayakları bottan çıkarıp sandalyeye toplamak gerekirdi. Yine de giderdik, boştu. Boş olması o kadar da muhteşem bir şey değilmiş. Caaanım Hush'ı Cızbız Köfte yapmışlar. Yine de içine girebilelim, hemen küsmeyelim diye gittik. mantı getirdiler. Pita!ya gitmedik, bunlara şans verdik o kadar yani. Bundan sonra dönüşü yok. Daha da önünden geçmeyiz. Köftesinin de mantısının da Bridget Jones kılıklı garsonunun da. 

                                       

                                                    Aha da şimdi bu olmuş:




sabah komşular bunu dinliyorlardı. sezen haklı


3 Temmuz 2012 Salı

birine zarar vermekten korktuğu için otopsi uzmanı olmuş insanlar vardır diye düşünüyorum.

2 Temmuz 2012 Pazartesi

bunda bi Fatih Akınlık var

ilk kez motora binişim ve motoru evcil hayvan zannedişim üzerine

Pazar gününün en sendromik saatlerini yaşarken kapının önünde pata pata pata pata diye bir ses duydum. baya baya yüksek ama asla gürültülü ve rahatsız edici değildi. peşine telefon çaldı. şu bilgisayarın kafasına çaaat diye vurup merdivenleri nasıl indim belli değil. üstüme uzun kollu giymeyi akıl ettim de sağ ayak bileğim hariç bacak organım yaşlanmayabilir, zira dondu. sağ ayak bileğim ve egzoz borusu arasında yaşanan aşkı başka bir postta anlatabilirim. bütün yol boyunca ısıttı durdu beni. arabada yan koltukta olmayı hep sevmişimdir. ehliyetim yok. ciddi bir heves duymadım hiç sürme olayına. motor kullanmaya da meraklanacağımı sanmıyorum ama kim arkama atla dese atlayacak haldeyim. o nasıl güzel bir şeydiiiiiir. buluta bindim sanki. pata pata pata diye arkadan bulut yaparak basıp gittik. 1 dakika içinde Moda caddesinden Kızıltoprak'a indik. yol insana nasıl yetmez. şu an ebesinin körüne gidebilirim, sabaha kadar inmeyebilirim. çay içmeye indik, fondip yaptım. kırk yıldır binermişim gibi bi hallenmeler bi oturmak ne yeeaa motor verin altımıza tripleri. Şakalı kısmı geçiyorum. gerçekten hissettiğim en güzel şeylerden biri olabilir. böyle birşey olduğunu tahmin etmezdim. önümden geçip giden motorculara artık küfür değil haset edeceğim. sonra biz onu orda kaldırım kenarında bıraktık ya nasıl canım sıkıldı. eve çıkarabilsem çıkaracağım, o derece. kafasını falan okşadım. at sandım. benim bu alet edevatla duygusal bağ kurma olayına son vermem gerek de cidden aklı var bence o aletin. uzun yol hayalim oldu şimdi en güzelinden. karadenize gitmek gerek bol virajlı bol ağaçlı. napıyordur şimdi yalnız başına. camdan yoklamak gerek arada.

1 Temmuz 2012 Pazar

sabah peynirli taze naneli omleti yapıp domateslerle fesleğenlerin üzerine zeytinyağı döktüm, köşeme çekildim. sevgili ufak, mutfağı toparladı. masada bıraktığım sütü de kafama atarak şunu iç dedi. adeta bir anne gibiydi.  ama benim annem değil. annem, içmeyeceksen kaldır şunu der. kamış denen mucizeyi seviyorum. sütle arama mesafe koyuyor. sonra şu fotoğrafı buldum. buna ne kadar güldüğümü hatırladım. ufakla hipster muhtemelen bir kış sabahı gevreklik yapıyorlar.  bu evden gitmek zor gelecek. sırf kapısının önünde bile neler var. sokakları bizi nerelere götürdü. neyse. fotoğraf komik.