expr:class='"loading" + data:blog.mobileClass'>

30 Aralık 2009 Çarşamba

mahluk

Kullanmadığımız kelimeler vardı. Duyduğumuzda midemizdeki sıvıları oynatan kelimeler. Daha koyu renkli taşlara bakmak istiyorduk, taş binalar, eski duvarlar, içimizde uyuyan dumana hayat öpücüğü veriyordu. Şahit olduğumuz tek mucize, kendi soluğumuzun kendimize duyulabilir olmasıydı, en çok buna şaşıyorduk. Zaman diye bişey vardı, biz içinde sabun gibi, eriyince ne olduğunu kimse söylemiyordu. Hepimizin içine organlar koymuşlar, bazıları ışığın bile içindekine merakla saldırıyor, bazısı kuşlara kafes yapıyor. Aklımıza bişeyler geliyor. Kimin aklına ne geleceğine kim karar veriyor? Biz bişey yapmadan geldiyse, aklımızla kardeş kardeş nasıl yaşıyoruz, aklımızdan korkudan, neden kendimizi öldürmüyoruz. Tam olarak kaç milyarıncı insan olduğum belli değilken, neden ezberlemem gereken şeyler var. Geceleri köpekler sokakta havlarken, uyuyarak aklını sağlama almaya çalışan insan, hayvan denilen mahlukun tek türünün bin çeşidi varken, yaratılan en özel şeymiş gibi, en çok kendinin izlendiğine ne ara inanmış.

29 Aralık 2009 Salı

hecele

anlasam, yetmez. sadece tarif istiyorum. anlamadan da yaparım bu sefer. belki bir şapka lazım. sonra boya. en az 3 renk. gelememek. gelsen de varamamak. rüyalar ya daha uzun sürmeliydi ya daha hızlı, bilmiyorum. rüya bitmiyor madem, vazgeçmek neden var. göremesem de bakıyorum öyle. herkes ters yöne bakıyor. üstümde bi dolu göz, bi sürahi insan. sıyrılmak ne güzel hecelenir. bitmeseydi, öteye giderdim.

28 Aralık 2009 Pazartesi

meraktan

Hayal ettiğim şeylerin , gerçek olma ihtimalinden korktuğumu kabul edebilmem için zaman geçmesi gerekti. Huzursuzluğuma tapıyordum ve hayallerimde huzur vardı. Huzursuzluk beni mükemmelliğe taşıyordu, zihnimdeki düzeni ona borçluydum. Bazı kimseler gibi olmanın tek yolunun onlar gibi doğrulmuş olmaktan geçtiğini anladığımda, hayallerimi değiştirmeye karar verdim. Hem gerçekleşmesinden korktuğum hayaller, zaman kaybıydı. Bense safkan bir pragmatiktim. Okuduğum dönemler mi kendimden uzaklaştığım zamanları yaratıyor ve şifa veriyordu yoksa kendime tahammül edemediğim anlarda mı kitaplara sarılıyordum, öğrenmek istemiyorum. Sadece sıkılmadığım tek şey okumak. Okuyabildiğim tek şey de, sebepsiz huzursuz yazarların , karanlık ama yoğun kitapları. Karanlığa mı yoksa yoğunluğa mı hayranım, bilmek istemiyorum. Hayran olabildiğimi görmek, merak etmem anlamına geliyor, ve merak da sormak olmasa da en azından izlemek demek. Bu da sürdürmek demek oluyor. Sürdürmek istiyorum.

mavi kuş

Zamanı anlatsın bana. Kendi zamanını. Ağzında bir mavi kuş şarkısıyla beraber çiğnediği hani.rüyalarından bahsetsin. Kendimi düşünmemem için kendini önüme sersin. konuşsun. Anladın mı diye sormasın. Anladım tabi. Duymak anlamaktır zaten. Rengim kalmamış olabilir, şikayetçi değilim. Ama bildiklerimi tekrar sormak huyum olmasın istiyorum. Bir rüzgar varmış. Bir adım uzağında insanın. Kendini rüzgara vereni anlatırmış masalcı, ben adımımı geri atmak üzereyim. Rüzgarlara karışmadan da yaşamak, başkası için, izlenesi hayat. Niye diye sormaya başladıktan sonra, mişli geçmiş zaman başlıyor. Niye dediysen eğer, ölüyor. Niyeyle başlayan cümleler, aslında ölü doğuyor. Aklım, mideme vuruyor.Arkası dönük, giden insan resimleri gözüme güzel göründü hep. gözümü kırpmadan bitek sırtlara bakabildim diye. Dokunduklarını anlatan kimse, kelimelerimden çalıyor. Yüklediğim anlamlar, yük oldu çeşit çeşit. Yürürken bile sokakları özlüyorum. Kendimi ışığa koydukça, karanlıkta aldığım kokuları arıyorum. Bardağımdan içime dökülen sarılar, sende ilk duyduğum koku. Belkide sokaktaydık diye. Yerden yüksek oynarken sen, uzanmam gerekti boynuna, dert etmedim, biliyorum, eğilebilsen, gelirdin sen de. Bakmanın görmek olduğu zamanlar, konumuz senken, o zamanlar. Yine de niyetim bir hikaye anlatmak değildi. Zaten sen, hikaye değil, ifadeydin. Devrik cümleyle etkiyi artırmasam da olurdu, masal anlatmayacaktım.

21 Aralık 2009 Pazartesi

hiç gündüz olmayan şehirler varmış. gitsek ya.

Huzursuzluğun içle ilgili olduğunu söylüyorlar. Her bir yaşayan uzantımın, parmağımın, saçımın, yükselip alçalan karnımın ve ağzımın içindeki deri parçasının rahat edememesine başka bir isim mi vermeliyim. İnsan yokluk hissine kapılmamak için aklını kaç dakika oyalayabilir? O dakikalar kaç seneye denk gelir? Başkalarının ağzından çıkan seslerle olan ilişkime baktığımda, zehirlendiğimi fark ediyorum. Yine ağızdan çıkan sesler söz konusuyken, birkaç hafta önce, öfkesini okuyan bir adamın dudak hareketlerini izlemiş olmam hayatımı kurtarıyor. Gidecek yerin yokluğundan belki de, hep bir coğrafyayı kaçırıyormuşum gibi hissediyorum. Görmem gereken insanlar var. Düşünmekle değil, görmekle iyileşirim. Kendimi yiyip bitirme eylemi , hep ağzımın içiyle sınırlı kalıyor ve yazdıkça özürlerimle barışıyorum. Saçlarımı salladıkça kar yağıyor ve insan gerekiyor, kafamın içindeki soğuğu ısıtacak bir çaydanlık sesi. Karanlık resimlere bakmak, nezaketten değil sarhoşluktan gülen insanlar tanımak istiyorum. Harfleri incitmesinler, üzerlerine basa basa konuşmasınlar, rahatım. Uyumadan önceki hafifleme anını, ipinden yakalayıp, duvara asmalıyım belki. Benim yaratmadığım bir çaresi olmalı tüm bunların ve ilaca olan inancım onarılmalı. Çiçekleri neden sevemedim, ağaçlar var diye mi? Resim çizemem ama parçaları birleştirip resim yapabilirim. Ya da aniden, şarkı söyleyen o yaşlı kadını boğma isteği duyabilirim. Sussun isterim. Sesler beni zehirler. O adamın, okumasına daha ne kadar vakit var, iyileşmeden daha ne kadar dinleyebilirim, bilmem.

karın-bacak-karanlık

Karanlıkta bacaklarım, karnın,güzel ayağın, damarların. Sessizlikte iki soluk her şeyden sakin. Huzur odalarda bitek. Kapının dışı uçurum. Senle ben buradan çıkmayı reddedebiliriz. Ama dışarıda hayat var. Geri kalmak benim korkum, senin huyun.

Bir kitabın sayfalarını rastgele açıp satır seçtiğimiz günlerdi. Önce sağa sola, sonra sayıya karar veriyorduk ve tuttuğumuz satırla eğleniyorduk. Sıkılmayı unuttuğum az zamanlardandı. Çok kahkaha vardı. Geniş koltuklarda şekilsizce oturup, eski döşemeye ayak vuruyorduk. Sipariş alan ev sahipleri, hiç bi zaman ne söylediğimizi tek seferde anlamıyorlardı, anlasalar da yüzlerine bakınca anlaşılmıyordu.



Bir tutam saçın kulağı sarışını satırlarca anlatmışlardır, duydum, yabancısadım, alıştım, anladım. Duvarlardan değil de etinden geçen süper kahraman olmak var. Gıdıklamak, bazen. Histerik kahkahalar duymak.



Yazmam kusmam gibiydi. Kalemi bırakıp bir kamyonun ışığına bakmaya başladığım an yeni bir bulantıyla saçlarımı toplayıp , kafamı eğiyordum deftere.

kayra'dan

Hepimiz hayattaki sanatın peşindeydik ve daha şiirsel yaşamak için ölüyorduk ama kimsenin şiir için ölmeye niyeti yoktu. Biz sinema severdik ve ayna karşısında rol çalışan küçük insan takımında oynuyorduk. Bir yazıyı romana dönüştürecek kadar büyümedimmi yoksa ayrık cümleleri daha mı çok sevdim bilmiyorum ama okuma zevkimi dört kitaba sıkıştıran o adama küfretme hakkımı şimdilik kullanmıyorum. Beğendiklerim ve inanamadıklarım giderek azalıyor ve sabırla yaşadığını düşündüğüm insanın, özüne malum eylem yapıldıktan sonra hala nasıl yaşadığını sorguluyorum. Pisliğe ve şiddete merakın kaynağını bilmek istiyorum. Utanç genetikmi yoksa sosyolojikmi merak ediyorum. Kişisel olmayan bir intihar düşünemiyorum ve anlam karmaşası yaşayan tüm tasvirleri duvarlara çarpasım var, güzel olmayan bir söze tahammülüm yok ama yinede güzel bir erkek sesi için katlanıyorum şu Dakka. Bir kitabın beni diriltmesini büyü diye algılıyorum.

kollar

herhangi bir şeyi, aslında her şeyi, salakça bulma kolaylığı gösteren birinin tutunması, onca vasatlık içinde herkeslerden huzurlu durması. öteye geçmemeye yemin etseydik eğer bizde, ilerisinde gözümüz olmasaydı, hayatımızdaki en önemli ve yeterli şeyi iki nefes tütün yapmayı becerebilseydik. sarkıtılıp unutulan kollar, olmak istediğim yer, orası. hafif olmalıydı başımız, fikrimiz.karnımızı şişiren havanın farkında olabilmeliydik, yalnızca kötü kokanlar burnumuzu hatırlatmamalıydı. kulağımızla, tenimizle, dilimizle düşmeliydik sokaklara. sadece gördüklerimiz yer etmemeliydi zihnimizde. bize sırf o kalmamalıydı, böceklenmiş aklımız. hakkını vermeliydik hem, etten kemikten bedenimizin. taşıdığımız çantadan farkı olmalıydı baş parmağımızın. unuttum ayağımı, dizimi, ensemi, kulak arkamı. bakmadım iyiler mi, beni bi yere çekmek isterler mi. aklımı pamuk yastıklarda yatırdım, rahat olsun istedim, bana rahat versin. iyi olmak istedim.arsızlaştı zihnim. daracık kumaşlara doladı gövdemi. kolyeler, bilezikler kondurdu demirden, soğuk, ağır.öyle istermiş, güzel görüneyim dermiş. ayaklarım toprağa değmek istermiş, sosyal zihinler ayakkabı giyermiş. burjuva beynim, zorla topuklu papuçlara bindirmiş. aşk değil bu, peşine düştüğüm. avucunda bir bilye gördüm, çocuk aklı rengini bilmek isterim. gözüm doyar mı gördüğüme, aklım susar mı azına, sadene. aynı kaldırımda yürüyen insanlar arasına duvarlar sermişler, herkes bilmiş. siz ağaçlar dikmişsiniz, kızamadım. eksiğin anlamı olsun diye tamam yapmaya çalışmamışsınız. ben küçük yaşamak istiyorum.

beklemek.mecburiyet

Çıkmamalıydık suların sıcaklığından, kadının yedi kat derininden, cennetin yedinci katından, bırakmamalıydık kendimizi insanlar ortasına. Yorgan altı muhabbet etmeliydik, tek yaşam müddetinde. Reddetmeliydik. Vazgeçmeliydik. Beklemek, beklerkenki meşguliyetten ibaret. Beklemek, başka türlüsünü edememek. Mecburiyet.

solucan

Bir solucan ne uzar, ne kısalır. Ama yol alır.

Ben ağlamadım. Yağmur yağdı..Akacaktı bir şekil. aktı

İnsanın içi vücudunun neresindedir? Karın boşluğunun az yukarsına mı denk gelir? İç geçer, iç acır, iç kaynar. Dökülünce yeniden mi dolar? İçinin alabileceklerinin hesabını yapan insan, ne yalancıdır kendine. Zorunda kalınca yutulanlar, yutarım deyip de kusulanlar, içimizin başına gelenler. İç bilinemezdir. İçimden geçeni kimse bilmez, deme boşuna, sen de içine bihabersin. İçi dışı bir, tekerlemedir. Çünkü hep içi bin, dışı birdir. İçler, hayvanat bahçeleridir. Kuşlar, kelebekler göçünce, soğuk kanlılar gelir. İçini dökmek, mecaz değil, tek yolu basbayağı tükürmektir. Birine içini dökmek, fizikseldir. İçini dökmenin tersi içine dönmektir, güvenli farzedilir. En çok yaptığımız şey içselleştirmektir. Küfrü, öfkeyi, asık suratları, pisliği içimize katarız. En az yaptığımız şey içselleştirmektir. Sahip çıkacaklarımızı balkondan atarız. İç, İ’dir. İç, Ç’dir. İnsan Çekirdeğidir. Yapılması en faydalı şey, güneşte kurutulup yenmesidir. İçi içini yedikten sonra, insan rahat eder.

boş-almak

Alışmaktan geldi hep başa, başım ağır geldi, açtım baktım, hava. Hatırla-ma-ma hastalığı bu belli ki, en çok aklımı kazıyorum, aklım ağırken boş çıkıyor, şaşıyorum. Ben her şeyi herkesten eksik mi biliyorum? Zamanı öğreten mi olmamış? Deselerdi ya, zaman, öylesine, zaman sana bana, hepimize. Akıl bulanıklığı mı, ruh daralığı mı, iki hayat, doğum yeri aralığı mı, buluşmuyor baktığımız yerler. Eski oyunları oynamak, eski yüzleri görmekten daha iyi geliyorsa, anlamı ne , bulmak mı gerek? Gerekliliklerin listesi, o listedekilerin derecesi, tutuşturun elime.insanlık halime dönmeme iyi gelsin diye. Uyuş-turucu, sus-turucu. Fikirler vardı aklımın içinde, ne zaman istersem çağırırdım, gelirdi. Hisler vardı yanında, serili, serpili. Ben olmak ne zor şey. Baş başa kalmak, boş-almak.

mitik

Biz kimseyi kurtarmak için üç başlı köpeği çalgımızla uyutacak kadar cesur değildik, zaten elimizden aldılar diye baharları kışa çevirecek kadar da sevmemiştik kimseyi. Etimizi didikleyen kuşları dikmemişlerdi başımıza ceza diye, yada bayır aşağı yuvarlanan kayaları yukarı itmeye çalışmıyorduk. Suyumuz da vardı içmeye. Mevsim değişikliğinden mi ne, yine de yaşamak bize zor geldi.

ten falan balık filan

aslında sıcağı ister.kapalı ağızlara tahammül eder. iyi olacak diyen gözler varsa eğer. tenindeki balığa tutunup yüzmek ister. bir boyunda atan damardaki hayat yeter. yalın ama gerçek. tatlı ama telaşsız. kelebek besler. parmağına bırakayım die. bir kelebek adımı kadar iz bırakmak ister. belki burnundaki kıvrım yatak olur diye bekler.o kadar küçük,o kadar çocuk.bir yer aç. her neresiyse yeter. sendeyse eğer.

woolf

Ne yani. Yazabilmem için, o kadın gibi , kendime tavan arasında bir oda mı uydurmam gerek. Elbisemin içinde ellerimi kaybedecek kadar büyük cepleri olmasa olmazmı bu iş. Saçımın topuzu, yüzümün soluğu tamam da, Kağıtları yere atıp, odanın gıcırdayan tahtasına duman çökecek kadar sigara içmesem, arayı kapatmak için en azından sonunda kendimi dereye mi atmalıyım.hadi attım diyelim, yüzme biliyorum, ceplerim boş,kurtulmaz mıyım. Okuyun diye canımdan olsam, yazık etmiş olmaz mıyım ?

haller

Çeşitli icatlarım oldu. Sıkılmanın çeşitli yollarını, çeşitli şeylerden sıkılmayı uydurdum. Türkçesi yetersiz bir kırma bana uydurukçu dediğinde, kelimeyle tesadüfen karşılaştığını bilemezdim ya, o günden sonra belki , daha çok sıkılmayla tanıştım. İlk kez dinleyip aşık olduğum şarkıyı, 2. kere de alıştım sanıp, 3. kerede mide bulantısı kıvamında buldum. Çok şey hissetmedim, bulduğum kırıntıları da iç kurumlarıma katmaya çalışırken , sıkıldım. Karın boşluğumda gittikçe yuvarlaklaşan dünyam, dış etkenlere maruz kalmaktan kaçamadı, müziğe göre yazdım. Varlıkların gaz haline inanırken, var olanlardan rahatsız olmak gibi tezatlara düştüm, düştüğüm anlaşılmasın diye yerden bir şey alıyormuş gibi yaptığım da oldu. İlk defa kapatabileceğim bir kapı verdi, yalnız açıkken uyuyabiliyorum. Diğer kelimeleri daha az kullanmamın sebebi, tutkusuzluğun nasıl hecelendiğini hepsinden iyi bilmem. Sevdiğim tatlar da değişti ama karakterim sabit fikirlilik giydi. Yürürken birden durmak hoşuma , bu sayede zamandan dakika çaldığıma inanmam komiğime gitti. Önemli olan vasat da olsa hayata bir düzen getirmek dediler, düzensizliğe alışmak kolay olmasa da faydalı gibi. Hayran olduğum biriyle ortak noktam olsun diye sırt üstü yatmaya alıştım. Kulağımı acıtan küpemi de çıkarmıyorum. Her şey uyuyana kadar, uyuduktan sonra rüya başlıyor ve iri taneli damlalar düşerken birden aynı masada oturuveriyorsunuz, herkese rüya tavsiye ediyorum. Uğur böcekleri, dilenciye verilen sadaka yada sonunda size dönen iyilik çemberi falan yok gibi görünüyor ama tesadüfleri kim inkar edebilir ki.

haw iz izzy?



bu resme bakınca neden hönkürerek ağlayasım gelir bilmem. ama bu kız bu ağacın altından hiç kalkmasın istiyorum. o çocuk da arkada kitabından başını kaldırmasın. hayat sokaklara taşamıyorsa, odalarda kalsın.