expr:class='"loading" + data:blog.mobileClass'>

27 Aralık 2010 Pazartesi

Tutunmaya çalıştığın yer, köprücük kemiğim. Ellerini pudralayıp tırmanmaya buradan başlıyorsun.

23 Aralık 2010 Perşembe

tatlar

Ya burası diyor, yaşıyor mu? Havayı, burnuna eğilip elimin sırtıyla yokluyorum, nefes alıyor. Şarkıdaki kadın, ciğerleri zamanla dolmuş bir yerden bahsediyor. Ona bakıyorum, o sıra meyveli pasta sipariş ediyor. Hiç aklımdan çıkmayacak bir görüntü kazanıyor. Kafasında sıvı halde sorular var, kulaklarından, gözlerinden akıyor. Yine de ağzını açmıyor. Sesler hakkında konuştuk onunla. Tek seferde anladı. Dilini boş uzatıyor bana, kelimesiz. Birbirimizin tadına bakıyoruz.

13 Aralık 2010 Pazartesi

Evrenin, gerçek büyüklüğünü hiçbir zaman kavrayamayacağım kadar büyük olduğunu farkettiğim anlar, uçurumun kenarında oturmuş insan resimleri gördüğüm zamanlara denk geliyor. Ondan sonrası fazla oksijen almışsın gibi bir nefes tıkanması, ne kadar küçük, ne kadar görünmez, ne kadar sıradan olduğunu hatırlamanın tüm dünya nimetlerine on basar hazzı.Yükseklere tırmanmış kadar, tırmanmış birinin resmine bakmış kadar nefesim kesik, sakinlikten başım dönüyor. Anlatılacak bir yanı yok aslında. Geldi işte. Koca gövdeli bir ağaç dikildi içime. Yükseklere çıkmak gerek. Suyun altı güzel de temiz havadan ciğerlerini yakmak, tırmanmak gerek.

15 Kasım 2010 Pazartesi

neyin ederi var bilinmiyor buralarda. Herkes hayal ettiği değeri giyiyor. Kendilerinin kaç para ettiğini hesap etmek için fiyatların açıklanmasını bekleyenler de edersiz kalıyor. Cümle içinde geçmediğin bir deniz kıyısına gittik beraber. Varlığına habersizlik, ayaklarını uzatıp keyfine bakmak gibi. Havalar soğudu, ikimizin de mevsimi geçti. Şimdi başkalarının mevsimine sokulmak gerek. Kimsenin tadının olmadığı yerler de var, yeni kıyılar, ilk kez gördüğüm kumsallar, hem de yanıbaşımda. Bu sefer, aralıktan sonra ocak gelmez belki. Tarih değişmez.

8 Kasım 2010 Pazartesi

baylar bayanlar. buranın kuralı böyledir. 12'den sonra güzelleşir. 12'ye 10 kala küfür ettirir. 5 kala yanağınızdan makas alır, 12'de ağzınızdan öper.

31 Ekim 2010 Pazar

yanıp sönen imcele bakmaktan sıkılmadığım oluyor. Kağıt üzerinde olsaydım, kalemin kağıda deydiği noktaya bakmaktan sıkılmazdım.Senin üzerinde olsaydım, tam olarak boynuna sokulmaktan bahsediyorum ve tahmin edilenin aksine tamamen hareketsiz, orada kalmaktan sıkılmazdım. Bir insanın, diğer bir insanın bedeninde çare araması, çok insancadır. Çare olacak insan konusunda seçici olmanız ise, düzelterek takıntılı diyelim, tamamen kandırmacadır. Ağrıyan bir içiniz varsa, insanlara sokulmayın. Yaprakların üzerine yatın yada toprağa yanaşın. Bir avuç toprak yutun mesela. Bir çiçek yutun. Burnunuzu bir kuşun sıcak karnına yumun. Gözlerinizi yumun tabi hepsinden önce. Buralara gözlerinizi kapayın. Yatak yorgan altında kalın. Buraların kalabalığı, karanlığı bir ağaca sırtını vermeden, bir rüzgar esmeden, kanat sesi duyulmadan gitmez. Uçucu maddelerden uzak durdukça da kendinle tanışamazsın. Ondandır ömür süren yabancılığın. Kendini tanısan,buralarda durmazsın, balkanlara kaçarsın.

21 Ekim 2010 Perşembe

Ağzındaki duman, tütsülü parmakların. Tüten ellerin var. Tükürerek düşürdüğün lafların bronz-mavi. Başımın üzerinde kuşlar uçuyor, kanatlarının rüzgarı yüzüme çarpıyor, nefesin sanıyorum. Ondan geri sayıyorum. Senden geri sayıyorum. Geri adımlar atıyorum. Ne kadar uğraşsan da bu bir trans hali olamıyor. Koşuşturmaktan, düşüncelerimin bacakları ağrıyor. Miyop hislerim var, en yakınımdakileri sezemiyorum.

13 Ekim 2010 Çarşamba

Bana evine git dedi. gelesin yok senin, sen evine git. O an için, tüm zamanların en yakın insanı, tek cümleyle en uzun mesafa katedeni, en hızlı toplu taşıma aracı, bu hiç kızgın görmediğim adamdı. Nasıl istersen öyle yap deseydi, birini bakarak görebileceğine inandığım son bakışımı ona atacaktım. Ne güzel sıyrıldı. beni ne de güzel sıyırdı, çekti, çıkardı. Nefes almasam da olurdu ama o an için işte, hem de tam zamanında, üçten geriye sayana kadar, tam olarak o kişinin, evine git demesi gerekiyordu ve gereken birşey, oldu. Defalarca oldu demek getirdi içimden. Oldu. Oldu. Oldu. hayat, nefes, damar, can, varlık, tanrı, istek,insan, ölüm, acımak, kanamak. Hepsini, tek kelimeye, istersen sığdırırsın. Kimse, tek cümleyle, bu kadar güzel öpememişti beni. Oldu , evrendeki tek kelime, O tek harf olsun.

8 Ekim 2010 Cuma

Kazıyorum. Tohumunu görürsem belki, tanırım diyorum. Derinlerde beklediğimi göremiyorum, dallanıp budaklanmış herşey, ne neyin kökü belli değil. Kremasını yalayıp, kenara attığım pastalar bunlar, üst üste yığıyorum. Rengini bilmediğim kokularla baş etmem gerektiğinde, tatlarına bakıyorum. Buralarda yazmak için dolanıyorum. Yazarak kapımı kapıyorum, açık hava her ruha iyi gelmez. Camdan sarkmak ne güzel. Vücudumu tam kapasite kullanmanın telaşını tanıyorum, nereye gitsem cebimde taşıyorum. Bu özetleme, özünü görme, özümseme merakım yüzünden, bir kaç çift cümlem kalmış ve onlarda yazıya dönüşemeden, sakat çocuklar gibi dolanıyorlar ayak altımda. İçimden geçenlerin, kollarından tutup, isimlerini koyup, kucaklamam gerek biliyorum ama sarılmayı sevmiyorum. Hepsine bir defa dokunup, salmak istiyorum. Aidiyeti severiz de sahiplenmemek insan ihtiyacı hem, yediklerimizi bile gittikleri yerde tutamazken, benim olmayan ne varsa öpüyorum.

22 Temmuz 2010 Perşembe

sabahların kokusunun başka olması, içine biz bulaşmadığımızdandır. İnsansızlık, insana hissedilemez olsa da , bu saatte, sokağın tazeliğinin çocukları uyutmuş olmaktan geldiğini biliyorum. biz yokken herşey daha güzel kokuyodur belki, biz susunca kuşlar daha çok konuşuyor, kediler daha çok dolanıyor. gözlerini çevresine değil de birbirine bakmak için kullanan birilerine iki ayak üstünde yürüme konforu neden verilmiş. bizim dünyamızda harfler var dimi, biz isimlendiriyoruz. isim veremezsek, gözlerimiz kısılıyor, düşünceli görünüyoruz.

19 Temmuz 2010 Pazartesi

Nantes

Well it's been a long time, long time now
Since I've seen you smile
And I'll gamble away my fright
And I'll gamble away my time
And in a year, a year or so
This will slip into the sea
Well it's been a long time, long time now
Since I've seen you smile

Nobody raise your voices
Just another night in Nantes
Nobody raise your voices
Just another night in Nantes
mutlu yıllar çocuk. kutlamadan edemedim.itikatın deniz olsun

8 Temmuz 2010 Perşembe

yal-nız-lık

her lokmada bir hece çiğniyorum. yal-nız-lık, yal-nız-lık. ne lezzetli şeysin sen.

7 Temmuz 2010 Çarşamba

dört milyonda bir

4 milyon yıllık bir kafatası görürseniz eğer, size dünyada düşünülecek çok az şey olduğunu söyleyecektir. 4 milyon yıl sonra size ait birşeylerin hala etrafta olması ihtimalini düşündüğünüzde korkudan ölebilirsiniz. toprak herkesi yutabilecek kadar aç olsa da, sindirmesine 4 milyon yıl yetmiyorsa, buralarda yalnızız.

4 Temmuz 2010 Pazar

terazi lastik fantastik

şimdi birlikte biryerlere gitsek. senin kursağın mesela. oraya doğru yüksek topuklar giyip yürüsek. senin ayakkabıların kırmızı, benimkiler gri olsa. sen de benim kadar şaşmazmıydın? senin olup da göremediğin ne çok şey! korkuyor musun? ama biraz da midene inelim. biriktirdiklerini görelim. orada kahkahayla gülelim. sesimiz duvarlara çarpsın. hadi biraz mideni ağrıtalım, evet, bağıralım. kafan şişsin, gözün yansın, elin titresin. olsun bişeyler. biz içerdeyken tanık olalım. haline acıyalım. çektiğin acı, ağrıyan yerin, senin değilmiş gibi yapalım. uzaklaşalım. gidelim vücudundan. heycanlanıyorum. bir dakika. galiba saçıma, başıma, ağzıma özgürlüklerini veriyorum. hiçbirinin ben olmadıklarını kabul ediyorum. tek gülüşüm var benim, tek tipim. ben tek miyim? bugün çok büyük karınca gördüm, çok küçük insan olunur aslında.

21 Haziran 2010 Pazartesi

kronos

İplerini göremiyorum. Nerenden nereye bağlısın, hangi elinle tutunuyorsun, sabretmek hangi kasını güçlendirdi, mideni mi büyüttü, gülüşünü mü daralttı. Nerden su içiyorsun. Neden yanında birilerini istiyorsun. Düzenli olarak düşünce bağışı yaparak mı hayatta kalıyorsun? Hareket etmeden yaşayamıyoruz ve bunu çok sık unutuyorum. Plan yapamadığın tek yer rüyaların ve düşünmemen gerektiğini düşündüysen, o sıra uyumuyorsun. Ses düşünceden sonra gelir ve sese dönüşmüş düşünceler , düşünülmüştür. Seninle yaşayan her şey senden bir adım önde. Düşünmemesi gerektiği aklına gelmeyenlerin hafif derileri vardır ve diğerlerinin, içine düşmemek için gözlerini büyütmeleri gereken kara delikleri. Yaşayabilmek, organlarını kullandığın sürece zordur, düşünceler hücreler kadardır ve tek hücrelinin bile bir düşüncesi vardır. Serinlemek istiyorsan, düşüncenin içine düşmelisin. Aklına gelenlerin filmini çekmelisin. Teker teker geliyorlar. Zihnimizin yatağında hiç durmadan sevişen tavşanların çocukları. Hiçbirini dalından koparmamalısın. Hepsinin toprakla çarpıştığı ana tanık olmalısın. Yumuşamalarını, kokuşmalarını, karışmalarını izlemelisin. Çünkü izlendiğinde hareket edemeyen tek şey düşüncedir. İstenmediğini anladığında arsızca üreyen tek şey onun çocuklarıdır ve çocuklarını yemeye cesaret edebilen ilk tanrı Kronostur. Sahi, Kronos mutlu mudur?

10 Haziran 2010 Perşembe

sinek

sinek ne düşünür? koskoca oda dururken, neden aynı yerde dolanıp durur? sahi, sinek ne sanar?

16 Mayıs 2010 Pazar

çizen bir adam için

lambalar tepemizdeyken biz iyiyiz. yazarken çizerken , en çok da boyarken , birşey olmaz bize. adına hastalık dedikleri hüzünlerle, ağaç kovuklarına , salyangoz kabuklarına insanlar sığdırıyoruz. her yerde yaşanır. içime en yakın yerde oturuyorum.

dokun

tamam. durun orada. hem de yan yana.  hemde tam orada. eğer temastan bahsediyorsak ve dokunmaksa istediğiniz, ben elleri seçmezdim. orada, sıcacık karnın öylece dururken, kollarının hemen yanında.

13 Mayıs 2010 Perşembe

bazen bardağımdan içerken içine konuşuyorum. ortalıkta işe yarar ses yoksa kendi sesime dönüyorum. belki konuşmaya bu kadar hevesli olmasalardı, ben daha iyi olurdum. hepimiz, hiç konuşmadan , duvardaki çatlağa bakalım istiyorum. tamam, söylüyorum, herkes uyuduktan sonra ben mutluluktan ölüyorum.

10 Mayıs 2010 Pazartesi

utanmamayı seçebilmekle ilgili birşeyler söylemek istiyorum. nasıl öğretiliyor, ne ara otomatiğe bağlanıyor, çok emin olamıyorum ama birilerinin birilerini utandırmadığı yerler güzel yerler ve birinin utandırıldığını görmek bende konuşmadan şiddet uygulama isteği uyandırıyor.

7 Mayıs 2010 Cuma

belkide , hiç sorun yok, çok insan vardır.

3 Mayıs 2010 Pazartesi

mevsimlerimiz denk değil

odanın içine rüzgar girebildiği bir vakitte ve dalgalanan perde sesi varsa içeride, beni uyandırma. ağlayarak uyanmaların hissi gitmez. çimenlere gidelim. artık yeşil şeylerden konuşalım. bazıları şapka giymeyi sever ve bir öğleden sonra, buğday saçlı bir kızın peşinden, sahile yüzmeye gidebilir, benzincideki işini temelli bırakıp. galiba çayırların ortasındaki fabrikaya yeşil o kadar da yakışmıyor. biliyor musun, her şey ıslanır. sanılanın aksine herkesin bir hikayesi yoktur. bazıları, başkalarınınkini dinlemek için uzun yollar göze alır. büyük ayaklı güzel kadınların, kemikli elleri ,büyük yüzleri hareketsizken de seyredilebilir. Bazıları, seyredilmek içindir.

senin mevsiminde meltem rüzgarları bitiyor. sam yeli başlıyor, yaprak fırtınasıymış, kara erik fırtınasıymış oluyor da, benimkinde fırtınanın adı neden kestane karası, neden ağaçların suyunun azalması zamanı. ha tabi, seninki meyvelerin olmasına eş gelirken, benimkinde sade üzümler kızarıyor dersen, evet, öyleymiş.

22 Nisan 2010 Perşembe

sıkılmak faydalıdır

bazı ruhlar zehirlidir. kendini doğaya salmak, oksijen almak falan işe yaramaz. İçleri katranlıdır. biz burada, kağıt üzerindeki tek kelimeyi bile tekrar tekrar okuyacak kadar çok sıkılıyoruz  ve gözlerimizi kıpırdatmadan saatlerce aynı noktaya bakabiliyoruz. çok sıkılmak, yapabilirliklerinizi arttırır. yapabildikçe korkunuz azalır. daha az korkarsanız daha rahat edersiniz. sıkılmak, faydalıdır.

15 Nisan 2010 Perşembe

benim yeni bi evim var, artık senden kendime taşınabilir miyim!

thank very very thank thank thank

who are you, very thanking very much man?

12 Nisan 2010 Pazartesi

on the wire

bazılarımız gerçekten de burada değiller. iki binanın arasına gerilmiş bir telin üstündeler.

11 Nisan 2010 Pazar

11 nisan

üstünden onca zaman geçiyor. bi zaman, bi taşa tükürmüşsün, bugün ayağıma takılıyor.

10 Nisan 2010 Cumartesi

kokulu harf

kaç çeşitiz, kaç taneyiz. sayı duymak istiyorum. tek kelimenin kaç farklı anlamı olabilir ki? nesneler ve eylemler, kalabilirler. sıfatlar ve zarflar, kaybolun. özel isimler? isim, hiçtir. insanlar isimleriyle değil, kokularıyla hatırlanırlar. ismi çağırdığında, koku gelir ve isim çağırmak, dudak gerektirmez. yeni isimler tanıyorsun. tanıdık harfler, tanıdık kokmuyor. Ve aslında, gülme ama, harf yoktur, ses vardır doğada.

5 Nisan 2010 Pazartesi

hey throaty!

you, reminiscent. best practice replica. arms and legs, shorter than the hard copy, surely milder but why that ho hoo voice more throaty. your pockets are full, too, ha?

3 Nisan 2010 Cumartesi

haa?

artık koltuğun ucunda oturmaktan, yastığın kenarında uyumaktan sıkılsam mesela. üstten üstten yüzmeyi bıraksam da dipten kum çıkarsam. yüksek sesle konuşurken, kendi sesimden boğulsam, başkasının nefesini duymasam.

2 Nisan 2010 Cuma

küt saçlar siyah olmasın olur mu?

temizledim ortalığı. berrak görünüyorum. tozları halının altına mı süpürmüşüm? size ne? evet, masaların üstünü üfleyerek temizlemek daha dürüst. senin duru beyninle sidik yarıştırmıyorum zaten. sadece, bu kadar benzememeliydi, onu söylemeye çalışıyorum. kirli suratlı adamcıkların, yüzleri böylesine güzel olmamalı. ve kızlar, küt saçlarını siyaha boyamamalı. tenim şeffaf olsa da..

17 Mart 2010 Çarşamba

oryantal Paris

Sayıklıyorum. kelimeleri değil, görüntüleri, bazen uzuvları.Ben gözümü kapamışken, dirseklerime sırtımdan uzanmış, taşıyorsun beni, bayır aşağı koşuyoruz.bisikletin üzerindeymişiz taklidi yapıyoruz,eğleniyoruz. Kulağımda  oryantal Paris şarkıları uğulduyor. Üzerinden aktığımız şehirler yok oluyor. Görüntüler kolkola girmiş, hepsi birer kelime söylüyor, kocaman bir cümle oluyorlar, öyle ağır ki sayfaya taşıyana kadar kollarım kopuyor. Transparan hafif olur gibi gelmişti oysa ki. Bunlar benim rüyalarım, tülün arkasından baktıklarım. Çok önce, çok küçük bir çiçek yutmuştum. üstünden zaman geçti, artık içime sığmıyor. Yine de kelebeklere her zaman yer vardır ve onların Tanrı mı yoksa katil mi olduğuna karar vermeniz, cesaretinizle aynı merdivenlerden eş  zamanlı yuvarlandığınız ana denk gelir. Ve şarkı başlasın. 

15 Mart 2010 Pazartesi

gülsek

üç elma bitmiş gökten düşmelik, bir avuç fındık bıraktı avucuma. Ama tam o sıra, sırtımızı gri bir duvara yaslamış,  sarsılarak gülüyorduk. Kıvır kıvırdı yüzümüz, gözümüzün kenarı, kocamandı ağzımız. Kafalarımız duvara deyiyordu, dik tutamıyorduk boynumuzu, öyle gülüyorduk. Başı öne değil, gülmekten arkaya düşmüş insanlardık. Karışmak istiyorduk. İnsanken karıştırılmadığımız ne varsa, gülerek içine kaçmak istiyorduk. suyun altında gülerek nefes tutuyorduk. Yüzünü çarşafların altına saklıyordun, sesin aradan koşup yanıma geliyordu, yüzün görünmezse, sesin gülüyordu. Biz yataklarda tipsiz yatıyorduk, bacaklarımızı duvarlara dikip, yastıklardan başımıza salıncak yapıyorduk, böyle daha rahat gülünüyordu. Hayatın konforu  gülmektedir diye mi, zaman sadece gülerken donar diye mi, gülmek kumdan kaleleri su gibi bozar diye mi, karşılıklısı insanı insana yakın yapar diye mi, seni en az gülerken gördüm, en çok gülerken sevdim diye mi. Gözümüz çizgi olana kadar, gülmeli. 

7 Mart 2010 Pazar

tek

O gün, sen gülmüşsün. Yedi cüceler pamuk toplamaya gitmişler, prenses çıplak kalmış.Tütsülü tek-likleri bir dikişte içiyorum, kanımda tek başınalık kapsülleri dolaşıyor. Doymuyorum. En sevdiğim sayı 'tek'. Soğuklarda bile yanaşmıyorum. Sağdan soldan rüzgar yiyorum. Bakın, gelin, insandan ateş yaktık, yanaşın, ısının diyorlar. Yakıtı insan olanlarla ısınamazsınız. Sadece yazmak için değil, yakmak için de ağaçlar var. Bu oda, bu lamba. Buranın mutfağı yok, müzikle doyuyorlar. Müziği içkiyle yutuyorlar. Buranın kırmızı koltuğu, sıkılmanın bacak bacak üstüne atıp arkasına yaslandığı yeni   ' var olmayan toprak üstüm' benim. Toprağı gerçekten sevenler, çiçekleri görmek istemezler. Toprağın sevimli renklerle örtülmeye ihtiyacı yoktur. Kokusu çiçeklerinkiyle bastırılmayı beklemez. İçine tohum atarsanız, dışarı çiçek tükürür. Üstüne su dökerseniz, emip rahmine götürür. Renkler herneyse de, tahta ayaklı, soluk kırmızı kare minderli bir kanepe, bugün odada onu buldum. Üstüne kondum.

3 Mart 2010 Çarşamba

aynalı kelimeler

bugün dışardan aynalı büyük bir binadaydım. dışardakiler nanik yapıp, sokağa çağırmasınlar diye, ayna sarmışlar beline. güneş aynayı sever ama, ona bakıp bekledim buyur etsinler hadi diye. seni gördüğüm yerin tahta kapısı vardı, zili yoktu. içeri girmek için, üzerindeki metal eşyaları değil, karar veriyordun. çocuk zamanlarımızda parkta karşılaşsaydık, ben salıncakta çok da yukarı çıkmadan sallanırken, sen kaydıraktan en dibe tek seferlik kayıp, parktan koşarak uzaklaşırdın.taş toplamaya. koşarak uzaklaşmak, kaçmanın sevdirilmeye çalışılmış halidir. 
İçinden deniz geçen şiirler okuyorum., şimdi daha çok ıslak kelime biliyorum. sen bana yazı kattın. kutu kutu kelime sattın. kelimelerin ederini hala hesaplayamadım. ödeşmesek de olur, baş parmağın para saymaktan aşınmamıştır. suyla ne derdim var bilmiyorum ama içimde kurumayan bir nem taşıyorum. küçükken altını değil, içini ıslatanlardan bir kaç kişi tanıyorum. zamanında güneşe bırakılmamış çocukluklar, şimdi bellerine kadar camlardan sarkıyorlar. hepsi rüzgarları özlüyorlar. Ve farkettim ki zaman gelecek, aklımı uyuttuğumu düşüneceğim bugün için, normalin topraklarına kesin dönüş yaptım ya hani, sakinleşeceğim. meğer, densiz saatlerde uyanan bir aklımmış, ve sade, o zaman/tek dalga boyu, ayık kalmış. 

1 Mart 2010 Pazartesi

kaç toka?

Merhaba.
Sizin kaç tokanız var acaba? Ben tek tokası olan insanları seviyorum da.

28 Şubat 2010 Pazar

adam



Kaybedeceklerinin hesabını yapıp,korkudan ölecekken, aklının ortada olmadığını fark etmiş. Önüne bakmış. Peynir, ekmek.Galiba yanlışlıkla yemiş.Ziyanı yok.Onsuz da idare edenler var nasılsa. Yiyip bitirmeden önce aklında olsaydım belki zamanında, şimdi midende uyuyor olabilirdim,aklınla beraber midene girmiş olabilirdim. En yakınında. Senin görmediğin yerlerini bile görebilirdim. İsmini 5 farklı parmağımı kullanarak yazıyorum. 5 farklı duygu falan çıkmıyor. Bu duygu bolluğunun ortasında, kuraklıktan bir tek ben boğuluyorum. Hepimiz aynı olduk. Saatlerimiz aynı. Uyuma vakitlerimiz aynı. Hiç gündüz olmayan şehirler varmış. Gitsek ya. 



Adam durmuş önümde. Ağlıyor da ağlıyor. Hiç mi susmaz insan. Nasıl olur bilemem. Ben hiç o kadar uzun ağlamadım, ağlayana da uzun uzun bakmadım. Sağa baktım, kocaman afiş. Elimde bilet. Adam ağlıyor.sağda afiş, önümde adam. Sola döndüm.yol boştu. Ağlayan da yoktu.

aağğğııır

döndün. az önce, dişlerinde döndüğünü gördüm. gerçekten güldüğünde, dudakların farklı kıvrılır, beyazlar, dudağındaki pembeyi bastırır. bunu bilmiyorsun. buralardaydın. aynı duvarlara bakıyorduk. aynı yere basıyorduk. zamanın başkaydı , şimdi döndün, ikimiz de saati biliyoruz. insanın sabahları gözünü açtığında gördüğü ilk nesne, zihnindeki hangi dala asılıyor? bu sabah bir makyaj çantasına uyandım. yanımdaki de, duvara günaydın dedi. günün ilk nesnelerinin, anlamlarımızda yeri varsa, duvara dönük uyumak istiyorum. bazen sokaklarda onlar gibi yürümeye çalışıyorum, sağ bileğime ağır birşeyler giydirmem gerek, hep sola düşüyorum. ben-i-m-le aağğğııır ko-n-uşm-ma, ifadelerimden çalıyorsun.

25 Şubat 2010 Perşembe

usluyuz, aynıyız

elmaları topladık, sırtında diken olan biçimsizlerin de üstünden zıpladık, iyi mi. şimdi öyle sinirliyiz ki, ödül için düştüğümüz hallere, ne ödül verseniz beğenmeyiz. 5 kirpiğim vardı, 3ü gitti. dün, umrumla konuştum. bende değil diyorsunuz ama genelde bende oluyor diyor. bunu düşünmeye gerek yok tabi. biz umrumuzda değil diyorsak, değildir. şu dakka hala dünyanın tam üstünde olduğumuza göre, sen , ben ve biz, gerçekten hepimiz, hemde hepimiz, fazlasıyla usluyuz demektir. ortak paydamız uslu olmamızsa, aradaki bin bir fark pek anlamlı değil, üzgünüm. usluysak ve bu yüzden burdaysak, aynıyız deyip geçiyorum, yani evet ,boşuna yoruldun, fark diye bişey yok. ağlamak serbest. başlayabilirsiniz. hem de ayaklarınızı yere vura vura.

24 Şubat 2010 Çarşamba

yeşil

bazen sende rüyalar görüyorsun. görünmez yerlere sorular yazıyorsun. ben boş sayfalar arandım. sen başkalarından kalan boşluklara sığıyorsun. biz başkayız, bunlar senin şarkıların.bu senin rengin.başka olmak hepsinden önemsiz, ama ben karışık cümleler severdim, aklımı döker, silmezdim, başkalarının cesareti, kanındaki karıncalara sahip çıkışı, tüylerinin sesi, odalarımı özletiyor.sokaklara çıkarız belki, sokaklar sokaklara çıkar hem, sen sokaklara çıkarsın. taş kokusu olur, taşlar hala ayaklarınla arkadaş. yeşil değildir hepsi, griyse de, çık yine de, yeşiller uzak kaldı, bir kaç bin yıl öncesinde.artık bekleme.

8 Şubat 2010 Pazartesi

taklak tepe

evlat edinilen çocuklar konusunda kürtaj ne kadar çaresiz kalıyorsa, içine doğduğun o kadar sıradan. sıradanların yoldan çıkması asılsız gelebilir belki ama aynı belki yolun yolluğu konusunda da yerinde duruyor. geldiğim yollar bayır yukarıyken kolaydı, gideceklerim bayır aşağı zor ya da bu sefer tepem taklakken koşmaya çalışıyorum.

18 Ocak 2010 Pazartesi

şişeler-sesler

Şişeler ayaktaydı, insanlar bellerinden kırık, sırtları yaslı. Havayı delmeden, ünlemsiz cümlelerle konuşuyorduk. Tonlama, şaşırma, kahkaha yoktu. Bir odadaydık ve odada olmak tapılacak kadar güzel bir haldi. Rengimiz eski kağıt sarısıydı ve elbiselerimizin kumaşlarında çiçekler vardı. O vakit için, odanın lambası dünyanın merkezi, içine saklandığımız koltuk, kara parçasıydı. Konuşuyorduk. Herkesin aklına bir şeyler geliyordu. Aklımızdakileri yere seriyorduk. Aralarından en canlılarını seçip, içini açıp organlarına bakıyorduk. Hepimiz, bu işlerin nasıl yürüdüğünü merak ediyorduk. Oda, gemi gibiydi. sallandıkça , uykumuz geliyordu. saçlarımız dalgalı. biz, ağzımızı kapamadan gülmek istiyoruz.

15 Ocak 2010 Cuma

senin adamların

akla geleni yapanları anlatıyordun,  göze alanları. Biz göze alamayanlarda iştahla yumuluyorduk senin kerpeten parmaklı adamlarına. Şimdi aklıma geldi de , neden kadınların yok bilmiyorum. Isınmak için para yakan fakirlerin , bir kaya deliğinde yerini bulan ama yinede yola çıkan yolsuzların var. Hayattan ve düzenden başka her türlü maddeye bağımlı o adamlar, tam da bize benzemez deyip neden içine düştüğümüzü anladığımı sandığım da, ne varsa bakılır yapan, aldın ya hani elinden. Ne bağımlılık kaldı, ne yolculuk. Hiçe gönderdin ya. Kapanan sayfaların arasında sıkışmadılar, devam ettiler sanki. Şimdi o adamları görüyorum bazı sokaklarda. Ruhumu sıkıyorlar. Başarmışlar ordusu. Geride bıraktıklarıyla nankör görünmüyorlar gözüme. İçine doğdukları hayatı, isimlerinden, kimliklerinden, doğdukları evden, çıktıları anneden kanatarak koparmış, safi yaşanıp bitilesi sıradan bir hayat bırakmış, hevessiz, hazırlıksız, yapılacaklar listesiz, gerekliliği hayatta kalmak olan yaşamalıklar.

Ben hikayesizliğimle kıvranırken, onun ilgilendiği yavaş yazıyor olmamdı. Kelimeleri bulsam da aralarına isim ya da zaman sokamıyordum işte. Hiçbir cümlem diğerinin arkasına geçmeye meraklı değildi, özneyle falan da ilgilendikleri yoktu. Kibirli, şımarık veletler gibiydiler. Onun cümleleriyse ayaklarını öpüyordu ve ben tek yüklemle anlattıklarını bile durup düşünmek zorunda kalıyordum. İnsancıklarının içini boşaltıp, zihinlerini öldürüyor, ellerinden içki şişelerini alıp süt bardağı veriyor, yine de okutuyordu.

Nefesimi yettirip, yukarıları çıktığımda, onu bayır aşağı koşarken görüyordum. Aşağı bıraksam kedimi, bu sefer dibe dalıyordu. Serinlemek istiyordu. Dipten çıkıp çayırlara koşuyordu. Kendine iyi gelecek otları arıyordu.

12 Ocak 2010 Salı

ben sokağa çıkıyorum.

veda falan denebilir. karar vermek diyenler de olabilir. kabul etmek dendiğini de duydum. bi ismi olsun istemiyorum. cebime koymuştum, delik varmış, kaymış gitmiş, var sandım, yokmuş. o kadar da sade işte. ya da taşıdığım poşetin dibi delikmiş, sapı da elimde kalmasın madem dedim. atıverdim. hem akşam olduğunda hadi herkes kendi doğal ortamına. eşikten bakmaktan sıkıldım. bugün bankada çok bekledim, yolda sinirlendim,eve geldim, bide aynı kapıda tekrar beklemek istemedim. güme gitme durumu değildir. zaten içerleri değil, dışarları sevdim.artık kendi sokağıma çıkıyorum. tozu, toprağı, kendi kapının önünü sana bırakıyorum.şu dakka seninkinden farklı ama derin bi nefes alıyorum.

4 Ocak 2010 Pazartesi

aklıma komik şeyler mi geliyor, aklıma gelenler bana komik mi geliyor?