expr:class='"loading" + data:blog.mobileClass'>

22 Mayıs 2011 Pazar


oynayamayacak kadar ciddiye almıştık. ciddiye karşı tepkilerimiz başkaydı, senin bıraktığını ben belinden tutuyordum, benim attığımı sen çöpten çıkarıp satıyordun. ciddiyetten karnımız ağrıyordu, kaskatı olmuştuk ama dışarıdan herhangi birşey aldığımız bile belli olmuyordu. bu sokağın şeffaf bukalemunlarıydık. olmadık yerlerde olmadık şarkılar giriyor, tanıdığımız şarkıların orta yerlerine tanımadık esler düşüyordu. bu cümle burada bitmiyordu, ağzımız yorgundu, ses edemiyorduk. uslu bir ağzın vardı, para karşılığı düşürürdün dudaklarını, kıvrımların kıymetliydi. ifade satıyordun. sıraya giriyorduk. tek nefesim, çok laf, çok sokak vardı.
ilerliyorlar. vardıklarını farkediyorlar. yolun sonunda karşılayanları var.
hayatımızda lafa dönüşmeyen insanları kovalıyorduk, kapıdan her girenin dilinin altını işaret parmağımızla yokluyorduk. bakla çıkanları kovuyorduk. tüneyerek yaşıyorduk. belli etmeden bacaklarımızı esnetiyorduk, bazen hızlı koşmamız gerekiyordu, kokumuz bulaşmadan toz olmak gerekiyordu.
suratıma konuştuklarında, enseme üfleyerek sakinleştiriyordun. soğuyordum.
fazla düz yollarda dengem bozuluyordu, daracık yerlere biçimli sığıyordum. bacaklarımı kırıyordum, omzumu çıkarıyordum, belimi büküyordum, rahatlıyordum.
karşı kaldırımda üç kadın eğleniyordu. bizim kaldırımda, biz en ön sırada seyrediyorduk. dirseklerimiz birbirine değmesin diye ellerimizi bacak aramızda tutuyorduk.

koştum koştum galata’ya karnından sarıldım. nefes alıp verdikçe onunla beraber yükselip alçaldım.burada tutunmak çok kolaydı. akşamın üstü oldu, karaköy’ün bir bayır aşağısına adımlarımı vura vura indim. küçük bir kral kaldırım taşının kenarına işiyordu. asil asil işiyordu kral, ben pat pat iniyordum. avucumda tuttuğum mozaik taşındaki yünan tanrısı terliyordu. serinlesin diye denize taşıdım. saçları uçuştu biraz. bıyıkları dalgalandı.
her yana hava dolmuştu. ne kadar çok hava var gibi bir cümle kurdum. karşılıklı susmaktan ilk defa sıkılıyordum. araya havayı soktum. sonra ışıklar yandı. ışıklar yandı dedin, araya ışıkları soktun. başbaşa kalmaktan mı korkuyordu insanlar?
tamam.
bir şey yok. sakinim. bekleyebilirim. ben de kalabilirim. kabullenebilirim. alışabilirim. şaşırmayabilirim. gözümü kısmadan ışığa bakabilirim. başım dönmeden derin nefes alabilirim. köşeyi döndüğümde gövdene rastlarsam konuşabilirim. ellerimi göğsüne dayayıp sırtını kendime çevirip itekleyebilirim. sürdürebilirim. cesaret almak için laf satabilirim. vapur yanaştığında, sürme iskeleyi kullanmadan kıyıya çıkabilirim.

4 Mayıs 2011 Çarşamba

senin kafan nece çocuk? gördüğünden bildiğine giden yolun kaç adım? bir karışında kaç kadın avuçladın?
kaybederken mi güzelleştin, anlamadı mı kimse istememekten değil, olamamaktan. memekten değil mamaktan. lafını etmeye korkmaktan değil, ismin yankı yapıyor. adımını atmaktan korkmaktan değil, buradaki hava ancak sana yetiyor.

2 Mayıs 2011 Pazartesi

Başka başka renklerde saçları var bu kadınların, kaldırımlarda ayakları yürüyor. benim aklım yastığımda kaldı, bu ayaklarla arkadaşlık edilmez, beni sabahın peşinden aklımdan uzaklara sürüyor. Bunlar huzursuz ayaklar, onca hevesle götürdüğü yerde durayım madem diyorum, tekmeliyor
al bunları, biriktirdim. tuttum, sana getirdim. kime ne kadarı yeter, kim neyle yetinir, karar veremedim, adem elmasından tuttum, sana getirdim.
içinde, kahverengi dallarda fuşya çiçekler açmış gibi burnundan, kulaklarından taze dallar büyüyor. Öyle mutlu, dudakları kaçıp kaçıp kulaklarına varıyor.
Bir yerlerde acemi bir kuş, yeni bir iklime alışmaya çalışıyor. Bir hevesle çok öteye uçmuş, geri dönse olmuyor. Avucumda üfleyip, ısıtıp sana getirdim.