expr:class='"loading" + data:blog.mobileClass'>

5 Aralık 2011 Pazartesi

tersi yüzü

nane kestikçe kokar, balık ayıkladıkça, sarımsak soydukça, insan içine baktıkça, içini açtıkça. koku eşeledikçe çıkar, kımıldattıkça. paket lastiklerinin gücü kalemleri birarada tutmaya yeter. koku havayla öpüşmesin diye ağzını lastikle bağla. içinde leş uyuyorsa derin nefes alma. yola çık. karşılıklı çay iç, aynı anda yudum al, işaretimle yut. kutlama. ne bir şeyin gelişini ne de gidişini. laflar söyle. kelimeleri yan yana koy, oynasınlar. yalnız yatırma, üstlerini ört beraber uyusunlar. çok insanla konuş, az insan kokla. tadına gözünden kokusuna boynundan bak. lazım olmadıkça içine hava alma. aldığın havayı çok tutma. başkasıyla aynı anda gözünü kırpma, daha az görmek mümkün böyle. insan baktıkça azalır. meyveler bakmazken büyür, dallar görmezken uzar. çocuklar uyudukça yaşlanır. lafları müzikle söyle, sıkılmazlar. taşı oynat ki solucanlar kımıldasın, yaşamak eylemdedir. ayakta üzül, yürüyerek gül. tersini yüzüne getir. biraz da böyle kullan. hep tek taraf eskimesin.

28 Ekim 2011 Cuma


mandalina kabukları. tarçınlı kurabiyeler. kış çayının yaprakları. herşey beni sakinleştirmek için fısır fısır aralarında, ha hay ne hoş şey. gevende geldi elimden tuttu bunun başına oturttu. dedi ki, yaz kızım.
yumuşak şeyler yazayım. gellerden ve gitlerden bahsetmeyeyim. size ne kadar güzel koktuğunuzu söyleyeyim.
bayanlar baylar.
özgür hisseden parmak kaldırsın. ayağa kalktığında midesi bulanmayan, yanlış anlaşılmaktan korkmayan bir köşeye kibarlıktan kusmayan bir köşeye ayrılsın. sepetine insan atan, attıklarının rengini kokusunu birbirine karıştrmayan, tadına bakmaktan korkmayan sen en öne geç. ihtiyacımız var.
çok korktuk bugün. sanki. böyle zamanlarda biraz su ısıtırsın. içine kuru ot atarsın. döner bir arkana bakarsın. gelen yoksa adımlarını ufaltır nefesini seyreltirsin.
siz başlayın, ben geliyorum

20 Ekim 2011 Perşembe

bir tık sağa bir tık sola. bir de şuna bakayım bir de buna. hiçbir şeyi merak etmiyorum. her şeyi gereksiz buluyorum. insanların "şey"leri uzattıkları için gerizekalı olduğunu düşünüyorum. herkesi salak sanıyorum. sonra herkesi çok akıllı becerikli kendimi çok salak sanıyorum. her şeyden sıkılıyorum. yüzümde sivilce yok. ergen değilim. 25 yaşındayım.böyle kalıcam bence.

15 Ekim 2011 Cumartesi


Düğün&Cenaze
bu hususta yalandan söz edemeyiz. yalan söyleme zahmetine giremeyecek kadar aklı dağınık insanlardan bahsediyoruz. bugünlerde bir şeyin sonsuza kadar sürmesini istiyorsanız “tümünü yürüt”e basınız. baktınız başedemiyorsunuz tümünü yürütünüz. bacakları açılır. o kadın öyle laflar ediyor ki kendimizi sofralar başında buluyoruz biz. zahmet oluyor kalkıp kasetin B yüzünü çeviriyoruz. tümü yürütülmüyor. şaka payı var zahmet olmuyor. bir şarkı onca insanı nasıl sırtında taşıyor diye sorarlar insana. biri birinin hakkı değilmiş, böyle laflar ediliyor bir zaman sonra ama henüz A yüzündeyiz burada herkesin herşeye hakkı var. Meze bedava. Burası Düğün yüzü, kalaşnikoflar patlıyor, kutlamalar, şenlikler. İstersek B yüzüne geçilmiyor mu? Keyfimiz biliyor. 

15 Eylül 2011 Perşembe

ah anlık

parmaklarını kuma gömmekte biraz porno var. rendelenmiş taşın arasında dil renginde bir et. dokunmanın azizliğinden falan bahsetmiycem, korkulmasın. biriken tükürükler çaktırmadan yutulmasın. sadece muzur bir şarkı çalıyor ve şarkıyı ayağıma getiren adamla neler yapabilirdik onu düşünüyorum. aynı harflere bakarak, aynı kadrajda, aynı boyalarla, araya ten rengi sokmadan, beyinlerimizle sürtünerek, neler boşalırdık. kimsenin para ödemeyeceği laflar havaya savurup, konuştukça dolardık, tespitle doyardık, üretmek demiyorum bilhassa, üretilene para ödüyorlar, kimse benim içimden dışıma koyduğum şeye ki onun adı rahatlamadır, para ödemeye kalkmasın. gözümüz çakardı, hevesten ağzımın kururdu, kalkar beraber mutfağa giderdik, cık cıklardık, hayran kalırdık. ah hayranlık. anlık. geldin mi gitmiyorsun.

4 Eylül 2011 Pazar

herkes

arada herkese olur dedi. lafının peşine herkes geldi, koltuk altından kaldırdı, uçtu uçtu kuş uçtu,aldı götürdü, kafasını musluğun altına tuttu, serinletti, dindirdi. öyle ya arada herkes çürürdü, herkesin göğsü ağrırdı. tekin üstüne üç damla herkes dökersin, kafan kopmuş olsa da, dedik ya arada herkesin kopar.
herkesin herkesi aynı mıdır? herkesin dört köşesi eşit dediler mi?
sen kardeşi misin? bugün gözlerin neden bulanık, sulu, ağzından kahkaha kaçtı, gözün akacak gülerken, elin boyalı, yeşile mi boyadın o duvarı, hadi canım.
saç, sakal her yan. kaç tane herkesin suratı aynı?
parmağının altında tel ayağının altında az daha kalını, tellere basıyor adam. sakalı olan daha mı uzun yaşar? yağda bir şey kızartan sırf senmişsiniz gibi. siz kaç kişisiniz?

23 Ağustos 2011 Salı

bulmamak üzere aradıklarım var.
güdülerini kaybedip yaşamaktan olur hep öyle.
buraya gelir gelmez tutunmaya çalışan ellerimizi boşta bırakıp değmeden yaşamaya çabaladın hadi de bari ayak tabanın yere yaslansaydı, yuvarlak dünyaya düz bassaydın.yanından geçenin rüzgarından zatüre olmasaydın.
sonra sonra okumayı bırakmış. kitaplarından sehpa yapmış. sorandan nem kapmış, nem kaptığının düğmesini açmış.

10 Ağustos 2011 Çarşamba

budak

herkesin adımı yoktur. ayak parmağının izi yoktur insanın. herkes gitmez.
herkes duymaz. bak beşinci dinleyişte tek söz yok aklımda. kelimeye döndürdün diye anlaşılmak bekleme. ses niyetine içiyorlar laflarını.
tekrar herkesi sıkmaz. tekerrür itelenmez, ilerlemez. statik seyyah, bacaksız ikilemeler. yavaş yavaş. ikiye iki. elde var yavaş.
çayırlarından geçiyorum. hiç bakmamışsın buralara. çul çaput. budanmayan bakımsız oluyor ya. hay allah. bırakınız uzasınlar. bırakınız dallanıp budaklansınlar. otları yolmayınız. dalları kırpmayınız. boşluğa uzansınlar, rahat rahat gerinsinler.
akla giriş çıkışlar sayılıyor mu?

27 Temmuz 2011 Çarşamba

durduk yere ölü doğumlar yaptırıyorsun bana. kendimin yanında başkasını taşımaya hevesim varmış gibi. o heves bir kere olsun gelmiş gibi. ayrı yerlere düşemiyor insancıklar. yollara düşüyoruz, dua ediyoruz, bu sefer aynı sırada oturtmasınlar bizi diyoruz, içimizden faydasız büyüler fısıldarken, o sırada bardak boşalıyor. dibine bakıyorum. hepimiz ordayız. bu bardağın kalın cam tabanında yaşıyoruz. köpüklerle besleniyoruz. yüzümüz gözümüz sarı. sesimiz hıçkırık. hıçkırarak anlaşıyoruz. kötü alışkanlıklar hafızamızı kuvvetlendiriyor. işte bu yüzden. lütfen su katmayınız
bütün derdim zarlaydı. dünyamla dünya arasındaki hücre çeperi. insan bilmediği yaşta kaybolur mu?

26 Haziran 2011 Pazar

mayıs nefesi

siz şu kenarda bekleyin. ne kadar bekleyelim? şu kenar kadar.
der demez ince parmaklarıyla, sülük elleriyle bir kapı araladı. ağzıyla gülümsedi. bize haber verdi.
sonrasında hatırladığımız tek şey aydınıktı.son defa aydınlandık. kovalarla aydınlığı başımızdan aşağı akıttık. akarken ağzımı açıp içimize aydınlık kaçırdık. nefesimiz kesildi, hoşumuza gitti. hoşumuzu karşımıza alıp enine boyuna konuştuk. ona gidenleri anlattık, tanıştırdık, tanıttık.
ağzımı kımıldatmadan, aklımla soruyordum. tane tane merak döküyordum. öteki dünyadan birine sorar gibi en sade haliyle, evet hayırlı cevaplar bakınıyordum. karşıma dişi bir ağız koydu, yüce bir beyin, koca bir ruh. konuştu kadın. bana cümle söyledi.
önce sulardan bahsetti, toza karışmışlar. sonra haritada parmağını sürükledi, yıldızları işaretledi. birini aldı, öbürünün yanına koydu. uzun uzun anlattı. nedenini söyledi. söylerken bazen yüzümü avuçlarının arasında aldı bazen başımı okşadı. o söyledi ben aktım. sızdım. çatlaklara sığdım. iklimlerden bahsetti, olmazlıklardan konuştu. sonra yine kapılara döndü. kırk senede bir kere aralanan kapılardan laf açtı. bu gece kapılar açıkmış. gökyüzünde herkes susmuş, bize bakıyorlarmış. dileyene dilediğini veriyolarmış, dilemekten utanana arkasından gülüyorlarmış.
tekrar diledik. yazıya şükrettik. ayaklarını öptük biraz, kolunun altını gıdıkladık. koynumuza aldık. çekik gözüne baktık. ensesini sevdik. saçını karıştırdık. ceplerini yokladık. karnının sıcağına baktık. beline avcumuzu dayadık, rahatlattık, acısını aldık, ciğerlerine masaj yaptık, aklının ağırlığını aldık, yerine kuş tüyü bıraktık. içine dolduk. sesini duyar gibi olduk. yüzüne üfleyerek uyuttuk. serine koyduk bıraktık. sabaha değin nefesini saydık. bir gece koynumuzda uyuttuk. bir gece çocukluğuyla konuştuk. dünya üzerinde harcanan zamana göre yaş vermedik bu gece. ağlamak isteyen ağladı. kimsenin sırtını sıvazlayıp tamam geçti demedik. geçmedi. dünyada kaldık.
ağzıma üfledikleri tam tur atıp kulağına dönsün istiyordu. tepemizde tabak gibi bir güneş, masasında yazdığım, çatısını şapka yaptığım yeri özlüyordum. 2 sene önce ne kadar güzel olduğumu düşünüyordum. oysa hepsi yan cephesini görüp penceresine hayran olduklarımdan ibaret. bir kutu kivi  bahçesi, yedi dişi kivinin yanına bir erkek kivi ekilmeli ki yeşile dönsün, sulansın. kanunun doğadan geleni bizi serin dere kenarlarına götürür, ot kokulu nefesler aldırır. bana çıplak ayak toprağa basmalar vadettin, farketmedin. öyle başka yerlerimizden tutuyoruz ki birbirimizi, gözün görse kekeler.
ben sana konuşmadan sevmeyi öğretiyorum, sen bana ağzımda yemek varken konuşmamayı. buralarda bir yerde bir ilkel geziniyor, yepyeni papuçlarını, burnunu kaldırım taşına vura vura giyiyor.
Ayarsız bir sevgi gösterisi, bir dala tırmanmalar. Bir cümlelik doğruyu bin susmak söndüremedi.
Şimdi ben insanlarla avuç içimle değerek tanışıyorum, ağacın kovuğunu okşar gibi. bir süre avucumda tutup sonra cebime atıyorum. ne zamandır bunu hatırlamaya çalışıyorum. koku esastı, sese döndürdüklerimiz perde. kulağımdan çok burnuma inanıyorum.

22 Mayıs 2011 Pazar


oynayamayacak kadar ciddiye almıştık. ciddiye karşı tepkilerimiz başkaydı, senin bıraktığını ben belinden tutuyordum, benim attığımı sen çöpten çıkarıp satıyordun. ciddiyetten karnımız ağrıyordu, kaskatı olmuştuk ama dışarıdan herhangi birşey aldığımız bile belli olmuyordu. bu sokağın şeffaf bukalemunlarıydık. olmadık yerlerde olmadık şarkılar giriyor, tanıdığımız şarkıların orta yerlerine tanımadık esler düşüyordu. bu cümle burada bitmiyordu, ağzımız yorgundu, ses edemiyorduk. uslu bir ağzın vardı, para karşılığı düşürürdün dudaklarını, kıvrımların kıymetliydi. ifade satıyordun. sıraya giriyorduk. tek nefesim, çok laf, çok sokak vardı.
ilerliyorlar. vardıklarını farkediyorlar. yolun sonunda karşılayanları var.
hayatımızda lafa dönüşmeyen insanları kovalıyorduk, kapıdan her girenin dilinin altını işaret parmağımızla yokluyorduk. bakla çıkanları kovuyorduk. tüneyerek yaşıyorduk. belli etmeden bacaklarımızı esnetiyorduk, bazen hızlı koşmamız gerekiyordu, kokumuz bulaşmadan toz olmak gerekiyordu.
suratıma konuştuklarında, enseme üfleyerek sakinleştiriyordun. soğuyordum.
fazla düz yollarda dengem bozuluyordu, daracık yerlere biçimli sığıyordum. bacaklarımı kırıyordum, omzumu çıkarıyordum, belimi büküyordum, rahatlıyordum.
karşı kaldırımda üç kadın eğleniyordu. bizim kaldırımda, biz en ön sırada seyrediyorduk. dirseklerimiz birbirine değmesin diye ellerimizi bacak aramızda tutuyorduk.

koştum koştum galata’ya karnından sarıldım. nefes alıp verdikçe onunla beraber yükselip alçaldım.burada tutunmak çok kolaydı. akşamın üstü oldu, karaköy’ün bir bayır aşağısına adımlarımı vura vura indim. küçük bir kral kaldırım taşının kenarına işiyordu. asil asil işiyordu kral, ben pat pat iniyordum. avucumda tuttuğum mozaik taşındaki yünan tanrısı terliyordu. serinlesin diye denize taşıdım. saçları uçuştu biraz. bıyıkları dalgalandı.
her yana hava dolmuştu. ne kadar çok hava var gibi bir cümle kurdum. karşılıklı susmaktan ilk defa sıkılıyordum. araya havayı soktum. sonra ışıklar yandı. ışıklar yandı dedin, araya ışıkları soktun. başbaşa kalmaktan mı korkuyordu insanlar?
tamam.
bir şey yok. sakinim. bekleyebilirim. ben de kalabilirim. kabullenebilirim. alışabilirim. şaşırmayabilirim. gözümü kısmadan ışığa bakabilirim. başım dönmeden derin nefes alabilirim. köşeyi döndüğümde gövdene rastlarsam konuşabilirim. ellerimi göğsüne dayayıp sırtını kendime çevirip itekleyebilirim. sürdürebilirim. cesaret almak için laf satabilirim. vapur yanaştığında, sürme iskeleyi kullanmadan kıyıya çıkabilirim.

4 Mayıs 2011 Çarşamba

senin kafan nece çocuk? gördüğünden bildiğine giden yolun kaç adım? bir karışında kaç kadın avuçladın?
kaybederken mi güzelleştin, anlamadı mı kimse istememekten değil, olamamaktan. memekten değil mamaktan. lafını etmeye korkmaktan değil, ismin yankı yapıyor. adımını atmaktan korkmaktan değil, buradaki hava ancak sana yetiyor.

2 Mayıs 2011 Pazartesi

Başka başka renklerde saçları var bu kadınların, kaldırımlarda ayakları yürüyor. benim aklım yastığımda kaldı, bu ayaklarla arkadaşlık edilmez, beni sabahın peşinden aklımdan uzaklara sürüyor. Bunlar huzursuz ayaklar, onca hevesle götürdüğü yerde durayım madem diyorum, tekmeliyor
al bunları, biriktirdim. tuttum, sana getirdim. kime ne kadarı yeter, kim neyle yetinir, karar veremedim, adem elmasından tuttum, sana getirdim.
içinde, kahverengi dallarda fuşya çiçekler açmış gibi burnundan, kulaklarından taze dallar büyüyor. Öyle mutlu, dudakları kaçıp kaçıp kulaklarına varıyor.
Bir yerlerde acemi bir kuş, yeni bir iklime alışmaya çalışıyor. Bir hevesle çok öteye uçmuş, geri dönse olmuyor. Avucumda üfleyip, ısıtıp sana getirdim.

29 Nisan 2011 Cuma

bunlar biliyorlar. her gece soyunup zamanın üstünde gidip geliyorlar. zaman duruyor, üstünden geçiyorlar. aynı tele sıkılmadan bir gün müddetinde basıyolar. öleceğini anlamış bir hayvan kadar sakin bakıyorlar. Kendi dudakları birbirini öyle çok seviyor ki, ayrılsalar bile bir gram nefes yutup tekrar öpüşüyorlar. en çok kendiyle öpüşen, en çok beyniyle sevişen, bunların hepsini uykuda halledip sabah kapıyı kendi üstüne kilitleyip, sokağa, serin taşlara, yerin kokusuna, cansız ne varsa durgunluğuna, çok yavaş yürüyorlar. her gün bir yeni ülke geziyorlar, bazı geceler bir filmde uyuyorlar. bak onlara, başkasının süveterini kendilerininmiş gibi giyiyorlar. çünkü eşyadan bağımsızlık bulabildiğin kadar çok eşya kullanmaktan geçer.
bazı kelimeler var, başına 'over' koyuyorsun hastalık oluyor. 'oversensitivity' mesela. bazı burunlar var, ağlasan da ağlamasan da akıyor. bazı uykular var, en çok, çok zamanlı, en derin, çok sahi geliyor. bazı kadınlar var, insan olmayı pinokyodan çok istiyor.

birgün sırtımı duvara dayadım ve büyümeyi bekledim. bunu yaptığımda 24 yaşımdaydı. 7 yaşımdayken büyümenin zamanla olacağını aklım alırdı ama 24'te artık sabrım kalmamıştı. Ben de bir duvara yaslanıp bütün bir günümü büyümeyi beklemeye ayırdım. artık 'over'ların gitmesi gerekiyordu ve hava kararınca eve çağıracak anneleri büyümekse, sırtım bu duvardan ayrılmadan gelip toplamalıydı arsız çocuklarını.

büyümek ses etmedi. bazı masallara büyüyene kadar inanılıyor. hem, büyümek mi dedim? onun adı alışmak oluyor. bazı kelimeler var, yanlış anlaşılıyor.
başımı bir duvara yaslıyorum. boynumu hafifçe geriye kırıyorum. çenem öne çıkıyor. bir kahkaha nefesi üflüyorum. kah kah. çok şık oluyor.
 
hayır sabah olamaz, git bana çalı çırpı topla, daha ateş yakacağım. iliklerimiz ısınacak, kemiklerimi yoklayacağız. sen omurumu söküp kucağında sallayarak uyutacaksın. ikimizde rahat birer nefes alacağız. sonra nefesleri değiş edeceğiz, sen benimkini yutacaksın, ben seninkini. Belki benimkini vermeden kendininkini de yutacaksın, ben nefessiz kalacağım ya da dilinin altında saklayıp bana şaka yapacaksın. Ben şaka sevmezliğimden inatla geri almayacağım, fazla nefesten boğulacaksın. Üstünde hava kabarcığından çiçekler bitecek, nefes fazlasından yok olacaksın. Biz de elimizi çenemize götürüp kederli ama bilmiş laflar söyleyeceğiz. Sen en az olmuşken, yoka varmışken, herşeyin fazlası zarar diyeceğiz.
 
Ben bir fotoğraf çektirecektim, duvara yaslı, neşeli, gülerken. Yine seni öldürdüm.

15 Nisan 2011 Cuma

tarihi yanlış yazıyorum. yanlış yazdığım tarihten medet umuyorum. belki bir dönümün tarihidir. umutlu çocuğum ben. istediğim gibi harcıyorum umudu. duvardan duvara vuruyorum. bakayım, neresi acıdı diye yanına yanaşıp, acıyan yerine bir el daha vuruyorum. ağlamaktan istemsiz iç çeker hale gelmiş bir umudun saçı elimden düşmüyor, avuç avuç yoluyorum. bazen gerçeklerle birdirbir oynatıyorum, maksat canı sıkılmasın, bilirsiniz umut oyalanmalıdır. herneyse, sana doğru elimde mezurayla koştuğumdan bahsedecektim, araya umut girdi.omuzlarına bakıyorum, herkesten geniş, ellerine bakıyorum, herkesten büyük, tek avcuna sığarım sanki. soruyorum onlara ‘neden böyle?’, ‘sana daha büyük görünebilsin diye’, gülüyorum. kırmızı başlıklı mı ne hani, onun babanesinden rol çaldınız, anlıyorum.
Bahsettiğin ağaçlar bunlar mı? Çiçekliyken mi keselim, meyvesini döksün diye mi bekleyelim. Sana konuşabileyim diye bu aylarda ağaç kurban ederdik, emri sen verirdin, unuttun elbet. zaman dediğin çeşit çeşit, seninki benimkine eş değil. en az dilimi kullanıyorum, sonra gözlerimi. en erken onlar yaşlanacak. çok zaman sonra seninki kadar büyük ellerim ve ölü gözlerimle sokağından geçerim. yine konuşmayız, yine sen senin zamanında, ben benimkinde olurum. ziyan şeyler değil bunlar. abartılacak birşey yok. dağılın kelebekler. yaşıyoruz.

6 Nisan 2011 Çarşamba

Toprakla ilişkimiz Adem ile Lilith’in alt üst kavgasından öteye gidemedi. Önce üstteyiz, sonra altta. Kemikli ayaklarımızla çiğnedik toprağın yaşlı sırtını, biraz da sen yat ben çıkayım üstüne dediğinde, böyle hayat koktuğunu bilemezdik ya, yanağımızı ayırması zorumuza gitti. Yattığımız yerden dilimizi uzatıp gizliden tadına da baktık. O zamandır solucanıyız buraların.
Yanımda biri uyurken, odada tek başıma olduğum zamankinden daha iyi alıyorum yalnızlığın tadını. Bardağına göre mükemmel oranda katılmış şeker. Yanımda uyuduğunda varlığın susturulabilirliği iştahlandırıyor beni. Hiç olmayanın değil, varken yok edilenin kokusu daha keskin. Böyleyken, uyku nefesini bilmediğim birinin varlığını kabullenmiyorum. Uykusundan küçük kımıldanmalarla oyun için uyandırdığım, rüyasında gezinmekten bacakları ağrımış birinin döndüğü an bana tutunup soluklanmasının hakedişleri var. Uyandırılmak ödüllendirilmeli. Kafalarını ezmek suretiyle kovalamaya niyetlendiğim duyumların, uyurularak yok edilemeyeceğini, yanımda uyumasından rahatsızlık duymadığım insanlar tanıdığımda farkediyorum. En bana uğramaz dediğim duyguları, onları uyurken gördüğümde tanıyorum. Uyku nefeslerini biliyorum. Kabulleniyorum.

10 Mart 2011 Perşembe

işte böyle, iki ileri bir geri. çekilme önümden, gözümün ucunda dur, bakmadan yazamam.
işte böyle. iki ileri bir geri.
günde üç tık başım dönüyor, her güne üç tek gerekiyor.
su yeşilinden  kreme, kiremit kırmızısının peşine,
bacasız evler gibisin.
ya dizinin dibine ya kapı önüne, serin bir taş işaret et en öfkeli parmağınla,
ne var ki duvarların güzel, odalar yapan uzun ince daracık duvarların.
az boyayla çok işler başardık bugün, çalı çırpı topladık ki ateşimiz sönmesin.
ama sen bacasız evler gibisin dedikse
tütmüyor da değilsin.

7 Mart 2011 Pazartesi

ama akıllım, ama aklım

tam orada durunuz.

siz ikiniz, umruma dokunuyorsunuz.
farklı yerlerinden tutuyorsunuz.

biriniz koltuğumun altına sokuluyorsunuz, diğeriniz kadrajdan çıkıyorsunuz.
tanavı en yüksek mekanıma buyurdunuz , aklımdayız hepimiz.

buradan gidebilir miyiz?

 her yer olur ama burada misafir sevmiyorum.
 yapmayın ama, hem ısıtıp ısıtıp su katıyorsunuz.

aklım mideme vuruyor. aklım mideme vuruyor. aklım mideme vuruyor. aklım mideme. aklım.

9 Şubat 2011 Çarşamba

bunca nefesi boşa alıyor olamazdın, içine giren havanın, ses tellerine çarpıp, kulağa gelir birşeylere dönüşmesi gerekiyordu. ses çıkarmadığını iddia etmiyorum ama ağzından çıkanların üvey de olsa zihnindekilerle bir akrabalığı olması gerekirdi. bu kadar uzun yaşadıktan sonra, buralara alışmış olmak lazım gelirdi, girdiğin yerin duvarına bakmadan arka kapısını aramak, dinlenmiş suyu kıskanmak. hepsinin bir gaz sancısı olması da muhtemel tabi. başını koyacağım bir yer değil, kendinden geçip başkasına varabileceğin bir yol değil, tutmaya yarayan bir el değil, bir dokunmak, bir konuşmak, bir dökülmek, eteklerini sürümek, yerlere yatmak, sayfalara uzanmak, kalemlere tutunmak, değil. Yol tutuyor seni, ense kökünden yakalıyor, bir yere götürmeye çalışıyor, bir yere gitmen değil, bir hale gelmen gerekiyor.

8 Şubat 2011 Salı

heves

burası beni öyle bir besliyor,
ağzımı açmasam, burnumu sıkıp kaşığı boğazıma sokuyor.
diğer taraf, elini içeri daldırıp salkım salkım laf söküyor.
benden kopanları seslerinden tanıyorum.
içerisi esaslı heves kokuyor,
onu buralarda çok sık görüyorum, ballı bahar çiçekleri kadar ağır kokusu.
herkes burnundan heves soluyor,
birinin verdiği nefesi diğeri alıyor, herkesin hevesi birbirine karışıyor,
başkalarından nakil aldığın, emanet organ
heves
hadi şimdi de git heveslerinin peşinden.

1 Şubat 2011 Salı

sayfaları geri sürüp
yazıma sakladığıma bakacağım
neyi savunuyordun sen
duygu mu değişmiyordu?
düşünce mi?
bakacağım
eğer duygu demişsen
kuşun kafasını taktığın kadını kıskanacağım
bak ne diyorum
kendimi Galata’dan atacağım
ve bir karga Haliç’e koşturup beni tutacak.
yazı eskir
duygunun değiştiği buradan bellidir
duygu sahibinden bağımsız gelişir
duygunun öznesi duyanın kendisidir
nesnenin özneye galip geldiği bacak arasının adı duygudur
henüz duymadığınız birine ne duyduğunuzu dillendirmeyin
ıslak pamuk arasında çimlenen duygularınızı dikkate almayın
fasulye kokar hepsi
sesi olmayan birine, duymayın
kafasını duvara yaslamış birinden medet ummayın
birinin kafasının arkasında bir duvar gördüyseniz,
gerçekten yalnız kalmak istediğini anlayın, boynunun ağrıdığını değil.
bakın size söylüyorum, öyle birinin yanına gitmeyin
evet, siyah beyaz resimler samimidir, insana cesaret verir
ama tek kare fotoğrafınızın olmadığı insanlardan vaktini istemeyin.
siz böyle hayvani dirençler geliştirmeyin
gülerken ağzınızdan sakız düşsün sizin
herkesin bir kendine rağmeni olmalı değil mi ama .

25 Ocak 2011 Salı

kırmızıdan haz etmem ama bu sefer de ağzımdan büyük laflar düşerken  altımda kırmızı bir tabure vardı.
Gülerken parmaklarımı taburenin yumuşak derisine ne kadar gömmüşüm diye bakarken,
karşımda sahici kahkahalar atan bir adam
ki ben buna dayanamam.
Uzun uzun uzun
Hayat uzun
Derin nefesler alırsan, şu diyafram nefesi dediklerinden, çiçek koklarmış gibi, burnunla şeker tadı alabilirsin
birşeyleri olması gerektiği gibi değil, bünyenin istediği gibi yaparsan, 5 duyu takas edilir.
Gördün mü ne kadar sıcak, bak , daha yakından bak.
Münzevilik hakkında düşünüyordum da
Küçükken yağlı ballı ekmek yedirilmiş biri
münzevi olabilir mi?

20 Ocak 2011 Perşembe

Benle ben, kendi zamirime seslenmeyi sevmiyorum ama, biz ikimiz karşılaşınca, oransız hareketler yapıyoruz. Sevinçten birbirimizin sırtını ısırıyoruz. Güneşli günlerde geliyorum, merdivende oturmuş birini beklerken. Uzun kalmıyorum. Mutluluğun büyüğü küçüğü olmaz, sindirebildiğin kadarı boy uzatır diyen ağzıma vurup beni geri gönderiyorum. Çok güzel yerlere tünüyorum ben. Serin, konforlu. İstediğim her taşa oturabiliyorum, çekmiyor. Çoğalma korkum o kadar somut ki, yavrulayamıyorum. Bu kulağıma hüzünlü gelmiyor.  Neşeli kulaklarım var benim, kendi aralarında konuşmayı ayıplamayan kulaklarım. Onlarınkinden başka ses duymuyorum.

18 Ocak 2011 Salı

anahtarı içeride kalmış bir eve, küçük komşu oğlan sokulur açık kalmış bir küçük camdan.
gitsin, görsün, içerinin kapısını dışarıya açsın diye.
içine aldığı bütün erkekleri aynı merakla bekledi, yattığı yerden, boynunu uzatıp,
içeride olanı anlatsınlar, gördüklerini konuşsunlar diye.
kadına en yabancı kendi kuytu yatağıydı hep
en çok korktuğu, en fazla taşıdığı, en az tanıdığı
biz içimize alırız, gömülüyüz
siz dışarıya atarsınız.
Mimar böyle buyurdu.

3 Ocak 2011 Pazartesi

Dün gece rüyamda kendimi gördüm. Birine içimi açıyordum. Kaburgalarımı kavramış, kolayca göğüs kafesimi aralıyordum. Etim ayrıldıkça, hiç acımıyordu, meraktan belki. Merak, acıdan üstündür. Beyninizi yeterince meşgul ederseniz, acı geçirmez, duygu iletmez. Bir aynaya açmalıydım belki. Gördüğüne karşılık anlamsız gözlerin sinirime dokunuyordu. Etin etten ayrılırken çıkardığı ses irkiltmişti seni belki, sebebi nedir bilmiyorum, gözünün ıslak yüzeyinde yansıması gereken içimi göremedim. Kımıldarsam herşey dökülecekti, aynaya gidemedim, içimi de örtemedim. En iyi burdan görürüm sanıp açtığım orta yerimden eser yoktu yüzünde, tek merak ettiğim şeyin rengine bakabilmek için senin kapasitene muhtaçtım ve ellerimi göğsümden alıp yakana yapışabilseydim, biraz daha dipsiz olman için sana yalvaracaktım. Ama tükürüğünde çiçek var senin.

1 Ocak 2011 Cumartesi

tanışalım mı?

Huzursuzluğumla yüzleşmek istiyordum. Karşıma otursun konuşalım ama öncesinde yüzüne bakayım. Gözleri kötü mü göreyim. Saçı uzun mu? Neremde yaşıyor? Ne yiyor? Sakin olduğum zamanlarda ne yapıyor? Can sıkıntısını tanıyor mu? Kokusu var mı? Ben ona nasıl kokuyorum? Beni nasıl biliyor? Konuşup anlaşalım, vedalaşalım, gitsin istiyorum. Aklı bende kalmasın. Benden istediği var mı sorayım. Sesi nasıl? Beni ne zamandır bekliyor? Geldiğimde seviniyor mu? Hep beraber mi olalım istiyor? Tüm bunlar olurken, karnım şişiyor.