expr:class='"loading" + data:blog.mobileClass'>

18 Ocak 2010 Pazartesi

şişeler-sesler

Şişeler ayaktaydı, insanlar bellerinden kırık, sırtları yaslı. Havayı delmeden, ünlemsiz cümlelerle konuşuyorduk. Tonlama, şaşırma, kahkaha yoktu. Bir odadaydık ve odada olmak tapılacak kadar güzel bir haldi. Rengimiz eski kağıt sarısıydı ve elbiselerimizin kumaşlarında çiçekler vardı. O vakit için, odanın lambası dünyanın merkezi, içine saklandığımız koltuk, kara parçasıydı. Konuşuyorduk. Herkesin aklına bir şeyler geliyordu. Aklımızdakileri yere seriyorduk. Aralarından en canlılarını seçip, içini açıp organlarına bakıyorduk. Hepimiz, bu işlerin nasıl yürüdüğünü merak ediyorduk. Oda, gemi gibiydi. sallandıkça , uykumuz geliyordu. saçlarımız dalgalı. biz, ağzımızı kapamadan gülmek istiyoruz.

15 Ocak 2010 Cuma

senin adamların

akla geleni yapanları anlatıyordun,  göze alanları. Biz göze alamayanlarda iştahla yumuluyorduk senin kerpeten parmaklı adamlarına. Şimdi aklıma geldi de , neden kadınların yok bilmiyorum. Isınmak için para yakan fakirlerin , bir kaya deliğinde yerini bulan ama yinede yola çıkan yolsuzların var. Hayattan ve düzenden başka her türlü maddeye bağımlı o adamlar, tam da bize benzemez deyip neden içine düştüğümüzü anladığımı sandığım da, ne varsa bakılır yapan, aldın ya hani elinden. Ne bağımlılık kaldı, ne yolculuk. Hiçe gönderdin ya. Kapanan sayfaların arasında sıkışmadılar, devam ettiler sanki. Şimdi o adamları görüyorum bazı sokaklarda. Ruhumu sıkıyorlar. Başarmışlar ordusu. Geride bıraktıklarıyla nankör görünmüyorlar gözüme. İçine doğdukları hayatı, isimlerinden, kimliklerinden, doğdukları evden, çıktıları anneden kanatarak koparmış, safi yaşanıp bitilesi sıradan bir hayat bırakmış, hevessiz, hazırlıksız, yapılacaklar listesiz, gerekliliği hayatta kalmak olan yaşamalıklar.

Ben hikayesizliğimle kıvranırken, onun ilgilendiği yavaş yazıyor olmamdı. Kelimeleri bulsam da aralarına isim ya da zaman sokamıyordum işte. Hiçbir cümlem diğerinin arkasına geçmeye meraklı değildi, özneyle falan da ilgilendikleri yoktu. Kibirli, şımarık veletler gibiydiler. Onun cümleleriyse ayaklarını öpüyordu ve ben tek yüklemle anlattıklarını bile durup düşünmek zorunda kalıyordum. İnsancıklarının içini boşaltıp, zihinlerini öldürüyor, ellerinden içki şişelerini alıp süt bardağı veriyor, yine de okutuyordu.

Nefesimi yettirip, yukarıları çıktığımda, onu bayır aşağı koşarken görüyordum. Aşağı bıraksam kedimi, bu sefer dibe dalıyordu. Serinlemek istiyordu. Dipten çıkıp çayırlara koşuyordu. Kendine iyi gelecek otları arıyordu.

12 Ocak 2010 Salı

ben sokağa çıkıyorum.

veda falan denebilir. karar vermek diyenler de olabilir. kabul etmek dendiğini de duydum. bi ismi olsun istemiyorum. cebime koymuştum, delik varmış, kaymış gitmiş, var sandım, yokmuş. o kadar da sade işte. ya da taşıdığım poşetin dibi delikmiş, sapı da elimde kalmasın madem dedim. atıverdim. hem akşam olduğunda hadi herkes kendi doğal ortamına. eşikten bakmaktan sıkıldım. bugün bankada çok bekledim, yolda sinirlendim,eve geldim, bide aynı kapıda tekrar beklemek istemedim. güme gitme durumu değildir. zaten içerleri değil, dışarları sevdim.artık kendi sokağıma çıkıyorum. tozu, toprağı, kendi kapının önünü sana bırakıyorum.şu dakka seninkinden farklı ama derin bi nefes alıyorum.

4 Ocak 2010 Pazartesi

aklıma komik şeyler mi geliyor, aklıma gelenler bana komik mi geliyor?