expr:class='"loading" + data:blog.mobileClass'>

22 Ağustos 2012 Çarşamba

çok zamandır sofralar kurmuyorum. oysa en büyük çaredir, bir şey bozulduğunda, düzeldiğini haber verecek saatlerin kurma koluna dokunmak yerine sofraya tabaklar koymak. koltuktan kalkıp masanın başına geçmek, bir önündeki yemeğe, bir onu kendine kattığını belli eden kıvrım kıvrım ağızlara bakmak, duyguya ayarını baharatla vermek, dili yanmışlara naneler yedirmek. yutmakta zorlananların elinin altına bir bardak su itelemek. pişirirken bir kadının sana şarkılar söylemesini akıl etmek. davet etmek. zamanı geri sarmak ancak bir sofra başında mümkündür. döneceğimiz yere kalkışlar sofra başından yapılacak. 

çok ankara bugün burası. çok sıhhiye alt geçit

arayüzler. ara yüzler. yüz yüze gelmediğimiz yerlerde arayüzler. görünür olunmayan yerlerde görüntüler. istenilmeyen ve tercih edilmiş teklikler. tadına doyulmayan tekillikler. öndeki araçla mesafeyi sağlama almak için hevesle uzamış kirpikler. oda sıcaklığında hal değiştiren duygular. zararsız adımlarla kaçtığını fark ettirmemiş zaman. biz uyurken çalışır dururmuş. tatlar değiş tokuş edilmiş.
çok lazım olursa kendini bir şarkıya, hiç yoksa içindeki tek satıra emanet edersin. güvenli farz edilir. ulaşmaya çalıştığından başka yere yüzdürüldüğünü fark edersen suya emanet edersin. kuş bakışına meraklandınsa rüzgara. 

8 Ağustos 2012 Çarşamba

kat


kaskatı. katı. takır. tukur. 

zamanla oluyor diyor. insan başına bir felaket geldiğinde felaketi beklerken üzerinde bir şeyler tutkal gibi donup çatlıyor. pul pul oluyorsun. 

kim olacağını beklerken korkudan katılaşıp korktuğun şey oluyorsun. başına gelebileceklerin farkındaysan, farkındalık kafi. farkındalık maddenin hallerinden en çok katıyı biliyor. 

2 Ağustos 2012 Perşembe

balon

karşılaşmadan önce aynı yere çokça geldik, aynı manzaraya çokça baktık diye belki, buraya ne zaman gelsem taşınmadan önce boş eve son kez bakıyormuş gibi hissediyorum. kafa öpmek zor sanırdım. hatta şu hayatta üç beş kişi hakkını vererek kafa öpebilir sanırdım. içine böcek ilacı sıkmış olabilirler. ben de küçükken balon suyunu hortumla üflemek yerine içime çekmiştim. ondan belli.

28 Temmuz 2012 Cumartesi

Kabak diyorum kabak

Yatağa uzandım, bacaklarımı birbirine sürüyorum, tam anlatamıyorum da derim değişmiş sanki. Kabak doğradıysanız bilirsiniz, avuçlarını bir değişik yapar insanın. Vallaha da Kabak'tan döndükten sonra oldu. Bahsetmek daha doğrusu kaydetmek istediğim çok şey var. Deniz yoluyla gidilen mağarada yüzdüm lan! Yüzüyosun yüzüyosun sonra sen yüzerken üstüne gölge yapan kayaların arasında bir oyuk çıkıyor karşına. İçine girip bir bakıyorsun ki sanki birileri ışık odasının kapısını açık unutmuş. Gördüğüm en güzel ışık oyunuydu mağaranın içindeki. Şimdi aşağıya bir kaç fotoğraf eklerim altlarına da yazarım bir şeyler ama ille de söylemem gerekenleri yazayım. Şelaleye tırmanmazsanız eksik olur. Doğal havuzlarda yüzmemiş olursunuz. Dönüş yolundaki "tersine dünya" taşını görmemiş olursunuz. Tüm vadiyi tek seferde gören bir taş bu, üstüne sırt üstü yatıp kafanızı geriye atıyorsunuz, vadiye tersten bakıyorsunuz. Bir nevi ot kafası. İnerken (gidip dönmesi havuzlarda fazlaca oyalanmazsanız 3 saat kadar sürüyor) yürürken sizi izleyen hayvan gibi kayaların ortasından geçiyorsunuz. Yankı denemesi yapın. Uzun zamandır işkilleniyordum zaten ama bu sefer emin oldum, denizden çok yükseği, yeşili sever olmuşum. Akşam olunca platform dedikleri oturma alanlarına yerleşiyorsunuz, hepsi Chris denen insan eliyle yapılmış. Kocaman dalların üstüne yuvarlak ağaç gövdelerini koymuş, aşağıdan baktığınızda üzerinde oturmaya cesaret ister. Chris dedim. 7 yıldır burda. En güzel bakan insan olabilir. O nasıl güzel gülmek. Asosyalitemin tavan yaptığı şu günlerde bir şekilde göz teması yakalayıp nasılsın Meltem, yüzdün mü, şelaleye gittin mi diyebilmiş bir insana 'adam sen insan mısın, ormanın ortasına tek başına burayı nasıl yaptın' diye bağırasım olduğu halde ağzımı açmadım. eylülde yine gelirim diyebildim sadece. belki de hep aynı şeyleri duyuyordur diye söylemek istemedim. bir de çok sağlıklı gözüküyorsun demek isterdim. konuyu fazla dağıtmak istemem ama adam sevişirken platformlardan birini kırmış huuuaaaaaa :) neyse. Şelaleden dönerken ormanın içinde bir anıt mezar var. Bir kahin yaşarmış eskiden karısı ölünce yapmış, o taşı ora nasıl diktin amca diye ona da sorulabilirdi. En tepelerde değirmenci yalnız yaşıyormuş belli ki, değirmenin ve tek odalı bir evin kalıntıları var. Bu orman Avrupa'daki en büyük bozulmamış yani aslında buzul çağını yaşamamış ormanmış. Ben Sinan'ın yalancısıyım. Mouse kullanmaktan sinirleri atmış sağ kolumu, sen ver onu bana işine bak deyip alan, muhtemelen tüm sinirlerine tek tek dokunup eski haline getiren bir adamdan bahsediyoruz. İnsanın inanası geliyor. Adaçayı vardı her yerde. Meğer ilk yeşil olur sonra o küllü renge dönermiş. Kabak'ta günler çok uzundu. İlk defa imrendiğim şekilde uyudum. Platformda uzanıyordum, az uyuyayım dedim, uyudum lan! Hem de 10 saat hem de ay ışığında. Ondan mı cildim böyle oldu acaba. Uyku iyi geldi. Hayatımın en uzun ama uzadığı için huzuru kaçmayan tek uykusuydu. Sürekli bir şeyler yapma telaşım yüzünden uyuyamıyorum, oysa uyumak gerek. Hayatın biz gözümüzü kaparken bir şeyleri yoluna koymasına müsaade etmek gerek. Temizlik konusunu diyeyim bir de. Temizlik derdi yok ama pis demek değil. Herşey tozlu. Herşey tahta. Tahta dünyanın en huzurlu şeyi bence. Vernikli ahşaptan bahsetmiyorum. Bildiğin kıymıklı tahta. Pati vardı sonra. dişleri kırık bir bulldog. köpeklerden çok korkuyorum. Pati'den bile korktum. Hayvandaki insan sevgisi bendeki hayvan sevgisinden çokmuş ki her seferinde deet, gitttt, laaan dememe rağmen, geldi sokuldu, kafasını uzattı. Yürürken gözümün önünde dursun diye önüme geç diyorum o da beni öne almaya çalışıyor. Meğer bizi kollamak istermiş. Merve'yle aralarındaki şeyi çok sevdim. 4 dilek hakkım vardı, ormanın içinde dilek kapısı, kahve, 2 de yıldız kayması. hepsinde aynı şeyi diledim. sonra rüyalarıma kulak vermem gerektiğini fark ettim.  
Dönerken yol uzundu. Her zamanki gibi yatıştırdı. Kabak cidden ayrı bir dünya gibi. Sanki bir süre uzaklaşmak istiyorum, uzaktan bakmak istiyorum dediğiniz şeyin karşılığı. Havada asılı kaldım 4 gün diyelim. Dönüş yolunda bazı şeyleri kutuya kaldırdım. Mesela yeşil defter. Şimdi Kabak'ı hatırlatacak bir rengim ve bikini izlerim var.


sırt üstü yattığınız yerden gördüğünüz şey bu


                                        şelaledeki doğal havuzlardan biri bu

platformlardan biri bu
      çok pardon ama uyuduğum yer buuuuuuuuuuuuuu. her akşam  burda uyudum çadıra gitmedim hiç.
                    bizi kelebekler vadisine götüren sandalın merdiveni bu
bunun adı Love Circle. Cindy koymuş ismini. Altı hep boştu. Kabak gibi bir yerde kimsenin aşkı falan siklediği yok arkadaşlar. 
                                bu ne oluyor derseniz, barın çatısı la!
bunlar peşimde götürdüğüm 19'luk oğlanlar. 
bu balkon halim.
bu 2,5 aydır Kabak'ta yaşayan kardeşim. Çok yakınınız olan insanlarla ilgili tespit yapmaya devam ediyorsunuz, tanıdım bitti olmuyor. Hep deli diyorlar genelde ama kelimenin hakkını vererek deli olduğunu bu sefer anladım. El feneri olmadan gece yarısı ormanın içinden sahile nasıl iniyorsun diyorum, ay ışığı var ya diyor. Çok iyi gelmiş Kabak. Bulanık hiçbir şey kalmamış sanki. 

Eylül'de tekrar gidiyorum. Bu sene doğduğum günü kutlamaya kadar verdim. 

23 Temmuz 2012 Pazartesi

bir zaman başkasında görüp şaşırdığımızı kendi davranışımızda görüp, şaşırdığımız anı hatırladığımız oluyor. işte bu iki zaman arasında bilmediğimiz ne çok şey olduğunu fark ediyoruz. bir başka taraftan bilmenin herhangi bir şeyle doğru orantısının bulunmadığını. seni son kez bir mısır tarlasında boyunca yaprakların arasında görüyorum. bir sıra boyunca adımlarımız, hışırdayarak yürüyoruz. çıkışı bulmaya uğraşıyoruz. yolda önümüze çıkan, gözümüze değen olgunlaşmış mısırları koparıp sepetimize atıyoruz. terliğimizle ayağımız arasına yürürken biçtiğimiz otlar birikiyor. yeşil ve sarının arasından sana baktığım zaman gözüme çarpan başka renkler var. seni bir bütün olarak göremiyorum. bu dalların arasından düze çıkalım da göreyim diye hızlanıyorum. yol umduğumdan uzun sürüyor. bir süre sonra görmek önemli bir eylem olmaktan çıkıyor. karşımızda bu kadar yüksek, bu kadar yeşil, bu kadar sıra dağlar varken, senin görünmen, benim görmem, bizim görüşmemiz önemsiz kalıyor.

22 Temmuz 2012 Pazar

ziyan

ziyanı yok dedim. her seferinde önemli değil derken bu kez ziyanı yoktu. ellerime, dirseklerime baktım, üstümü başımı yokladım. kesik çizik kırık dökük bulamadım. o yüzden bu sefer ziyanı yoktu.  hem ziyan ön koşulludur. varlıkla doğru orantılıdır. bir şey ne kadar varsa o kadar olası ziyandır. bu sefer. yoktu.

köyümüzün camı


16 Temmuz 2012 Pazartesi

Helen dediğin atarlı olur

hayatımda sergiye gidelim mi diyen tek insan var. Great Masters'ı görmem gerek gelecek misin dedi, vapurla gidiliyor, gelirim dedim. sergi iyi değildi. sabah moda'da kahvaltı ettik. bahsi geçen zaman cumartesi. sıralamayı karışık verdim. önce kahvaltı, sonra vapur (her sabah vapura binerdim ey gidi), karaköy'e geldik. orda bayırı tırmanınca Tophane-i amire var. taşın serinliği başka oluyor, bir de tepe, bir de ağaçlar. sergideki tek görmelik şey Da Vinci'nin Aynalı Odası. Onu da marangoza anlat yapsın. Abartmayayım da üçünden en akıllısı Da Vinci'ymiş bence. Anatomiyle bozulmuş kafasını sevdim. Aynalı odada götümüzle başımıza aynı anda bakma lüksünü yaşadıktan sonra eeaah dedik çıktık ordan. Hemen karşı salonda başka sergi varmış. Ordan da aklımızda kalan "Ben Yünanlı değilim Helenim" oldu. Çingene dediniz ama biz Romanız der gibi. Cidden bize bir şey ifade etmeyen bir sürü şey vardı, biz de kafamızı sergi salonunun büyülü tavanından kaldıramadık. Çıkarken baktık defter var.  İşte şurda şunu şöyle yansıtmışsınız, aklınıza sağlık, emekler, gönüller, lezzetli, keyifli gibi laflar yazmışlar. Biz de hakkını verelim dedik. "Tavan güzel olmuş, tebrikler" yazdık. Eser sahibinin özgüveni sağlamdır diye umuyorum.

                                                    söz konusu tavan şu:


atarlı Helen

sanatçıya notumuz


en kötüsü uykun yokken serdal'ın olmaması


15 Temmuz 2012 Pazar

birini okumaya başladım. 3 cümle sonra okumaya devam ediyordum. sevindim. devam edebilmek lazım oluyor. birini okumaktan hoşlanmak nadir rastladığım bir şey oldu. bu da sonuna kadar izleyebildiğim yeni şey. 


13 Temmuz 2012 Cuma

son 3 ayın cumalarında ciddi değişim söz konusu. şu an çok uykum var. bazı şeylerin ne kadar saçma olduğunu kanıtlayacak durumda değilim ama saçma olduklarından eminim. her gün bir diğerinin aynısı olsa da, yaşa yaşa bitmeyecek olsa da laflarımız azalıyor. öyle bir zaman gelecek ki konuşmaya elverişli bir ağzımız, hevessizlikten kımıldamayan bir dilimiz kalacak. sonra da konuşmamanız için her koşulu hazırlamış insanlar, sen de ne kadar sessizsin diyecekler.
çok sıcak. kadıköy çok sessiz. kafamın içi çok sessiz. 21 eylülü bekliyorum. ayaklarım o zamandan sonra yürüyecek, biliyorum.

8 Temmuz 2012 Pazar

bazı şeylerin büyümesi için dokunmamanız gerekir. misal yavru kedinin ölmemesi için dokunulmaması lazım gelir. nedir, annesi terk etmesin diye başkasının kokusunun değmemesi. nedir, kelebeğin başkası değince kanadındaki tozu dökmesi. balıkların hastalanıp ölmesi. yeterince büyüdükten sonra, aynı kediyi camdan atsanız ölmüyor. koşuşturmayı bırakıp bir dakika durunca, senden başka şeylerin nasıl yaşadığına bakınca, zamanını kullanmasına müsade edince. demiştik ama, kanunun doğadan geleni bizi serin dere kenarlarına götürür. demiştik elbet evvelinde. vaktiyken hatırlamak gerekir.

7 Temmuz 2012 Cumartesi

British Council Türkiye'nin  2013 Londra Kitap Fuarı Odak Ülkesi olmasını vurgulamak için Poster Projesi yapmış. Mart 2012 – Nisan 2013 tarihleri arasında, her ay Türkiye’den farklı bir yazar ve tasarımcıyla iş birliği içinde çalışarak 14 ay boyunca 14 farklı poster üretecekmiş. Tesadüfe geliniz ilk poster Hakan Günday. Hem de Kahve Bahane'de tuvalet sırası beklerken gördük. Her ay yenisi gelecekmiş. Kahve Bahane de öteki ay yenisi gelince eskisini bize verecek. Arkaoda'dan alamadıklarımızı British Council versin madem. Bu içimizde kalmasın. 





Bu bizim gittiğimiz, sevdiğimiz haliydi. Bahçesi boştu. Soğuk zamanlardı. Ayakları bottan çıkarıp sandalyeye toplamak gerekirdi. Yine de giderdik, boştu. Boş olması o kadar da muhteşem bir şey değilmiş. Caaanım Hush'ı Cızbız Köfte yapmışlar. Yine de içine girebilelim, hemen küsmeyelim diye gittik. mantı getirdiler. Pita!ya gitmedik, bunlara şans verdik o kadar yani. Bundan sonra dönüşü yok. Daha da önünden geçmeyiz. Köftesinin de mantısının da Bridget Jones kılıklı garsonunun da. 

                                       

                                                    Aha da şimdi bu olmuş:




sabah komşular bunu dinliyorlardı. sezen haklı


3 Temmuz 2012 Salı

birine zarar vermekten korktuğu için otopsi uzmanı olmuş insanlar vardır diye düşünüyorum.

2 Temmuz 2012 Pazartesi

bunda bi Fatih Akınlık var

ilk kez motora binişim ve motoru evcil hayvan zannedişim üzerine

Pazar gününün en sendromik saatlerini yaşarken kapının önünde pata pata pata pata diye bir ses duydum. baya baya yüksek ama asla gürültülü ve rahatsız edici değildi. peşine telefon çaldı. şu bilgisayarın kafasına çaaat diye vurup merdivenleri nasıl indim belli değil. üstüme uzun kollu giymeyi akıl ettim de sağ ayak bileğim hariç bacak organım yaşlanmayabilir, zira dondu. sağ ayak bileğim ve egzoz borusu arasında yaşanan aşkı başka bir postta anlatabilirim. bütün yol boyunca ısıttı durdu beni. arabada yan koltukta olmayı hep sevmişimdir. ehliyetim yok. ciddi bir heves duymadım hiç sürme olayına. motor kullanmaya da meraklanacağımı sanmıyorum ama kim arkama atla dese atlayacak haldeyim. o nasıl güzel bir şeydiiiiiir. buluta bindim sanki. pata pata pata diye arkadan bulut yaparak basıp gittik. 1 dakika içinde Moda caddesinden Kızıltoprak'a indik. yol insana nasıl yetmez. şu an ebesinin körüne gidebilirim, sabaha kadar inmeyebilirim. çay içmeye indik, fondip yaptım. kırk yıldır binermişim gibi bi hallenmeler bi oturmak ne yeeaa motor verin altımıza tripleri. Şakalı kısmı geçiyorum. gerçekten hissettiğim en güzel şeylerden biri olabilir. böyle birşey olduğunu tahmin etmezdim. önümden geçip giden motorculara artık küfür değil haset edeceğim. sonra biz onu orda kaldırım kenarında bıraktık ya nasıl canım sıkıldı. eve çıkarabilsem çıkaracağım, o derece. kafasını falan okşadım. at sandım. benim bu alet edevatla duygusal bağ kurma olayına son vermem gerek de cidden aklı var bence o aletin. uzun yol hayalim oldu şimdi en güzelinden. karadenize gitmek gerek bol virajlı bol ağaçlı. napıyordur şimdi yalnız başına. camdan yoklamak gerek arada.

1 Temmuz 2012 Pazar

sabah peynirli taze naneli omleti yapıp domateslerle fesleğenlerin üzerine zeytinyağı döktüm, köşeme çekildim. sevgili ufak, mutfağı toparladı. masada bıraktığım sütü de kafama atarak şunu iç dedi. adeta bir anne gibiydi.  ama benim annem değil. annem, içmeyeceksen kaldır şunu der. kamış denen mucizeyi seviyorum. sütle arama mesafe koyuyor. sonra şu fotoğrafı buldum. buna ne kadar güldüğümü hatırladım. ufakla hipster muhtemelen bir kış sabahı gevreklik yapıyorlar.  bu evden gitmek zor gelecek. sırf kapısının önünde bile neler var. sokakları bizi nerelere götürdü. neyse. fotoğraf komik. 



30 Haziran 2012 Cumartesi

ehlileştirmekte maharetlisin. karşısında dizlerin titrese bile zamana kafa tutabiliyorsun. bana, yavaş diyorsun. ben sen deyince yavaşlıyorum. biz dans ediyoruz. adımları sen biliyorsun. ben senin bilmeni istiyorum. bana da öğret demiyorum. hayatımda öğret fiilini tek başına ilk defa kullanıyorum.
eski bir kadının sesinden yeni bir şarkı çalıyor. parmaklarım bir damarın üzerinde geziniyor. burada olmadığın için bu sefer bir yaprağın damarları. görüş mesafemde apartman katının cam pervazında başını göğe yükselten  genç bir nane dalı var. herkesten inatçı görünüyor. taze. parlak. rüzgardan deli gibi sağa sola sallanıyor ama senden benden sağlam duruyor. oturduğum sandalyenin tepesinde kendi dizimi ısırabiliyorum. aynı sandalyenin yanındaki sandalye boş. bu masanın altında zaman zaman ayaklar bacaklara değebiliyor. böyle sıradan şeyler insanın hafızasında yer edebiliyor. duvarlar artık boş. zaten hep boştular. az sonra temmuz gelecek. sayfalar birikti. akşamüstü oturduğumuz kayalar güneşten sıcacıktı. ısı bile hemen çekip gitmiyor. taş bile emiyor. şu an bu odayı görmen gerekiyor. nasıl severdin. nasıl. yazdığım köşeye güzel rüzgar esiyor. ışık duvara çarpıp odaya geri dönüyor. koltuklarda yazlık serin örtüler var. ne diyordum, damarlar. bir de kaburgalar. epeydir kendi kaburgam üstüne yatıyorum. bazen, başkasınınki en kuş tüyü yataktan yeğdir.
dirençli ve beğendiğinde ısrarlı biri olduğum 1 senedir toplamda 3 şarkıyı çevirip çevirip dinlememden belli.


Bunun için twitter hesabıma girmeyi denedim. şifre falan unutmuşum. burdan link vereyim, siz bakın.

http://twitter.com/#!/search/%23devletimlereglsohbeti?q=%23devletimlereglsohbeti
Bu laflar ağır laflar ama bu kadın güzel kadın ve şarkı güzel şarkı.
Günaydın

http://fizy.com/#s/3rlmdb
uzun zamanları düşünmek istemiyorum. geleceklerse de geldiklerinde tanışayım. kapılardaki gözetleme dürbünlerini de sevmedim hiç. geldinse camın ardından görmek istemedim.

taslakmış tee ne zamandan.
K, kapının ziline dokunduğunda diğer K'nın içinde bomba patladı. K'nın yüzünü eşikte görenler birbirlerinin üzerine atladı, kimse K'ya sarılmayı hatırlamadı. Ağız şapırdatmadan yalvarmanın keşfi, K'nın kapı önündeki görüntüsü ile başlayıp, eşikten süzülürken ki kayboluşuna kadar bir süreye denk düşecekti. İki dünya arasında, basbaya kapıcısı olan bir apartman kapısı vardı işte, gizli geçit değil, tozlar dökerek aralanan kaya parçaları değil, önüne çöp bırakılan bir daire kapısı.

Bu taslaklarda kalmış. Benimle aynı zamanlarda bloguna dönen Süeda Bilgin'e verdim.
Bugünü, tanımadığım insanlarla ilginç diyaloglarım arasında ilk sıraya önünde ne var ne yoksa süpürerek yerleşen abiye adıyorum. Azmetti ve başardı. Moda migrosun üst sokağındaki kilisenin önünden geçiyordum. Nazım Hikmet abisi yada akademisyen havasında işte, saçı sakalı ağartmış, hayatın tozunu yutmuş abi yanıma geldi. babetlerinin bir resmini alabilir miyim dedi ayaklarıma bakarak. olur. niye? ayak fotoğrafı mı biriktiriyorsun derken, üstümde tepinir misin dedi? abartıyorsun diyenlere olayın detayı: abinin bir arkadaşı modern sinemada erkeğe şiddet uygulayan kadın figürü üzerine çalışırmış, mesela kill bill Uma Thurman, bu insan da sokaklarda kendini ezdirerek o arkadaşın tezine destek oluyormuş. Ne istiyorsun tam olarak dedim, benim üstüme çıkıp ezmeni istiyorum dedi. Şimdi mi dedim. Evet evet dedi. Burda mı dedim. Evet evet, şu kenara geçebiliriz dedi. Yetmedi, çıkardı telefonunu çeşitli videolar izletti. Bildiğin sokaktan adam çevirmiş, daha doğrusu kadın, üstünde tepinmişler bunun. Altımda daracık iş eteğim, elimde fıy fıy çantam. Dedim pek müsait değilim, aylak gezsem şortumla falan dükkan senin. Motivasyonum yok dedim. Hiç mi sırt ezmedin, üstüme çıkıp gezinmen yeterli dedi. Tam aklımı fikrimi teslim ediyordum ki yardımcı olamıycam, sen numaranı ver, müsait bir zamanda ben kim var kim yok toplarım gelir ezeriz seni dedim. keşke diyeydim cidden. İşten sonra 5 dakka ezsem her gün. Olabilirdi. Neyse. Eve gittim, kotumu giydim, çıktım tekrar, bakındım adama yok ortalarda. Olsa valla ezecektim. Uğur'a gittim. Pilavcı, Fuat, Erdem abi varmış. Bakın bakın size ne anlatacam dedim. Nerde la adam biz ezeriz çok istiyorsa dediler. Yok,  kadın lazımmış dedim. Sonra koştuk çıktık salondan.
Apartman kapısında camdan baktığı halde kapıyı açmayan zeki insan için gerizekalı bu ya dedim diye kapı önündeki kız çocukları katıla katıla güldüler. gerizekalı diyince bile gülüyorlar, anam ne tatlıydılar ha. Balkondan sinemaya geçiliyormuş, geçtik. Tim Burton amca üşenmemiş yine yapmış. O tapılası karısını da oynatmış haliyle. Ama lafım sana Eva Green. Bir insan saç rengini değiştirerek bütün karizmasını nasıl harcar, ona şahit olduk. Koskoca Eva Green bir sarı saça bitmiş gitmiş. Bütün olay kumrallıktaymış meğer. Ey gidi. İlk defa bir filmin  sonunda Cast içinde Financial Controller, Accountant diye isim gördüm. Baya pahalanmış bu işler demek. Vergi dairesi numarası, sorumlu SMMM falan yazarlar bizimkiler.
Ben bu satırların sonuna gelirken, ağzımdaki naneli şeker eridi gitti. Şekere alıştıranlar utansın.
Bugün Cuma.

28 Haziran 2012 Perşembe

Ne diyordum. Hah. Lafı uzatmadan. Aha da buraya gidiyoruz.Canımız isterse şu yatakta istemezse öbüründe onu da istemezse kumda uyuyoruz. Şelale falan varmış, ona tırmanıyoruz. 






resmen hayata döndüm. oh. ama öyle böyle bir oh değil. akşama sana postlarımla geleceğim blogspot. buralara daha fazla uğramak isteyen insanlar, facebook kapatmak işe yarıyor. gözüm açıldı. uçak biletlerimiz hazır. ahan  bu da ipin ucu.
Bugün uyanasım gelmedi. Rüya ne güzel şey.
Günaydın

23 Haziran 2012 Cumartesi

bazı şeylerin neyle beslendiğini bir türlü bulamamak düzlükleri bayır yapıyor, doğrudur. neyi bozuldu da bunun çalışmıyor şimdi dediği zamanlar geçmişte kalsa da düşünceleri artık kemik gelişimlerini tamamlamaya uğraşmıyor, aklında kılçıklar olarak kaldılar. duymak istediği sesi kendisi çıkarmayı öğrendiğinde evrenin düğmesine basacaklar, ışıklar kapanacak. bilmiyor.  

9 Haziran 2012 Cumartesi

memeler

kumsalda hemen yanımızdaki erkek çadırının bir üyesi “şurada bir kız var, memeleri anneminkiler gibi” dedi. organlarınızın şeklini tahmin edebileceğimiz kıyafetler giymediğiniz için çok üzüldüm, yorum yapma şansımız olmuyor. gerçi en güzelinin bile ne kadar güzel olduğunu uzun uzun tartışmaya gerek yok. Robert Downey Jr’a bile kefil olmam. Kötü örnek oldu, adamın soyadı junior. Neyse onu çok karıştırmayalım, her türlü yırtar. Demek istediğim, ananızın memesini ne ara metalaştırdınız da kıyasa giriyorsunuz tipini sevdiklerim. Plaja bikiniyle inmek için sizden gideri var belgesi mi alacak bu millet. Caaanım memeler suda yüzerken, annenizinkiler evde mi otursun?  Hadi yüzün yüzün, fazla da açılmayın. Malum.  

16 Mayıs 2012 Çarşamba

korkunun ertelenebilirliği üzerine yazacak olsam ne zamana ertelediğinizi bilemeyeceğiniz bir korkudan bahsederdim. birşeyi kendinizin bile bilmediği bir yere saklayacak kadar becerikli geldiyseniz dünyaya, kolay ve zor kavramları, üzerinize aynı kapının kapandığı insanlarla aynı olamayacak. bir siz onların hayretine düşecekseniz, bir onlar sizin. hayretlerinizin derinliği de bir olmayacak. yabancı hissetmeye devam, alışmamaya inat edeceksiniz. sizin onlarda sıfatlarınız olacak, onların hayatları kolaylaşacak, tanıyıp rahatlayacaklar, siz biriyle tanışmanın süreli bir eylem olmadığında ısrar ederken omuzlarınızdaki ağrının sebebine meraklanacaksınız. safça. kocaman açılan gözler herkesi görecek, incelmiş deriniz her şeyi  hissedecek, kulağınız kaptığını sormadan etmeden aklınıza yatıya getirecek, her gece kalabalık uyuyacaksınız. her sabah herkes uyurken sokağa çıkacaksınız. sokak sizi başka kalabalıklara götürecek. uyanıklığın kalabalığını gözünüz bir yerden ısıracak, günün gecesini hatırlayacaksınız. aklınızla bir türlü başbaşa kalamamanın sıkıntısını hissetmemeye başlayacaksınız, öyle ki  başbaşa olduğunuz zamanların farkına gün bittikten sonra varacaksınız. o yüzden sabah olduğunda yanından kalkıp kalabalığa gitmek istemediğiniz bir adam başbaşalığın mümkün olan tek hali gibi gelecek, o yüzden kendi başınızdan vazgeçip başkalarının başıyla kalmak isteyeceksiniz. sonrasında, benzeyeceksiniz. benzeyince rahatlık gelecek. tuhaf hissetmeyeceksiniz. başkalarına verecek sıfatlarınız birikecek. iki görüşmeden sonra insanlar tanıdık gelecek. gece güne gün geceye bağlanmayacak, her gün ayrı bir gün olacak. dün olanın bugünde önemi olmayacak. suratınızdaki sırıtmadan memnun olacaksınız. size samimi diyecekler. sıfatınızla gurur duyacaksınız. artık güler yüzlüsünüz. alıştığınız kalabalıkları canınız çekecek. bir adamla, bir odada, bir kapının arkasında, bir kare gemi üzerinde, göz kapaklarınızın sesini duyarken. sıkılacaksınız. sıkılmadığınız tek zaman sıkıldığınız tek zamana dönüşecek. artık sakladıklarınızın yerini bilmemek sizi rahatsız etmeyecek. eski korkular kimseye lazım olmayacak.

13 Mayıs 2012 Pazar

Keza, masa başını seçti. Bazı coğrafyalar kendi evindeki mutsuzlukları, komşudaki mutluluğa yeğ tutuyordu. Masaya konulan mutluluğun ağırlığına göre mutsuzluklar hafif kalıyordu, misal gözlük. Bir kitabın hayat kurtardığına şahit oluyorduk. Bir masanın başında 4 kadın tütüyordu. 3,5 da olabilir. Cinsiyette pazarlık makbul. Burada eylemleri ikiye ayırıyoruz. Soylu eylemler. Şu an ayırmaktan vazgeçtik. Soylu eylemler yeterince saçma oldu.

27 Mart 2012 Salı

işte yine tohumdayız.
burası bazı cemal adamların bahsettiğinin aksine senin en güzel yerin, değil
ya da senin enin güzel değildir, bilemiyoruz.
vapurlar hareket etmek için sabırsızlanıyor, raylar gıcırdıyor.
ben yılda iki üç defa geliyorum, gelsen tanışabilirdik. orası yalan. insan kırkı çıktı mı tanışamaz
harflerin arası açık, insanlar bir araya nasıl gelsin?
hayatımız birleşmez gibi, sen en çok kahkaha atarsın yanımda, yolda taş görür hayran kalırsın. susamayız.
zaman önemsiz. bazı zaman var, insanın aklında delik oluyor, yer oluyor.
yaşamak için alanlar yaptık. tencerenin dibi, masanın üzeri.
rengini suya vermiş otlar, kim bir ot kadar fedakar?
her şeye bir cevap lazım, değil
herkese bir heves lazım, değil
her yana bir insan hiç gerek, değil
bazı kadınlar öyle güzel filmler yapıyor ki insanın erkek oynatası gelmez.

13 Şubat 2012 Pazartesi

kendim kendini bahçeye çağırdı. pencereden atladım, ayağımın altı toz kaldırdı. kiremitlerin ortasında maydanozlar vardı. pilav demlenirken buradan yeşillik yolmaya atlıyordum.
toprak nemden yumuşamış. üstü soğumuş, karnı sıcak kalmış. sabah ortalardaki güneş akşam üstü toprağın altına yatmış. gün yapıyorlar.
biz o gün orayı oyduk. gördük ki güneş dinleniyor. yatınca boyu uzamış. yuvarlak değil. uyurken değişik görünüyor. birini uykusunda görmeden tanışık sayılmıyorduk elbet. unutmadık.
orayı bir avuç oyduk. bak dedik oyuğuna sığarsın. ne kadar toprak eşelersen o kadar yer büyür sana. en güzel kendi yaptığın kuytuya sığarsın.
canımızın çok sıkıldığı vakitlerde altında nem saklı olduğunu bildiğimiz taşları oynattık. taşın altına hayat vardı. derisi nemden parlayan, içinde kan dolaşan, başı sonu belli olmayan kıvrım kıvrım hayat vardı. bazıları buna solucan diyor. çok ellemeden üstünü örttük.
toprağın altı soğumaya başlamıştı. oydukça emekten avucumuz ısınıyordu. biz taşın altına bakaduruken güneş tam tur atmış, toprağın daha da altına kaçmıştı. sabaha kadar orada kalsak nemin bir başka haliyle tanışabilirdik. ona da çiğ diyorlardı. suyun bile türlü türlü hali vardı ya biz hala şaşıyorduk.
evin içinde lamba yandı. o vakitler, lamba tavandan ipin ucunda sarkardı. beyaz değil sarıydı. güneş akşam kendini bölüştürür, odalara sığardı. tavandan sarkar bize bakardı.
bahçede kalmayıp eve gireceksen ayaklarını yıkaman şarttı. suyun akar haliyle tanışmadan sokaktan eve yol olmazdı. maydanozlar bu sahnede kokmuyor.
kapının eşiğindeki taş soğumuştu. burayı kim oydu bilinmiyor. biz taşındığımızda oyulmuştu. zamanında büyükler oydurmuş.
az daha küçükken oyduğumuz yere kuş da gömmüşüzdür, doğru. kuşun üstünde yonca da bitmiştir.
pencereden sarkarken tahtanın acıttığı karnımız, birinin oyduğu eve sığmaya çalıştık. hepimizi aldı. sokağın daha oynanacak ömrü vardı. zifiri karanlık olmadan eve girenlerin hakkı kaldı.
ne zaman ki kuşun kanadı gölge kadar bile görünmez sade sesi duyulur, eve avucunla oymuşsun gibi tek o zaman sığarsın. karar veremedin de tam vaktinde eve giremedinse, az daha bekle. suya çiğ diyecekler, maydanozların üstüne uzanacak. güneş tekrar gelene kadar, izle.

14 Ocak 2012 Cumartesi

herşey nasıl yanlış. kökünden yaprağına. sakat çocuklar da büyüyor. şimdi desek ki esas kafa karışık. iyi de herşey nasıl yanlış.

bıyıklı balıklar üzerine

vapura son yetişen insan fotoğrafını bugün bana çektiler.
içim çekildi.
meraktan, hevesten, istemekten kendini çekti.
saçımı topladım. saç toplamak buralarda özgürlüktür. Buralar içimin çekildiği yerler. Gitti diye yenisi gelmedi. Yeniye karşı burada yokluk seviyoruz. Gittikten sonra yankı da yapmadı. Bağırınca ses de geri gelmiyor.
O sırada bıyıkları ve balıkları düşünüyorum. İşime gelse bıyıklı balıkları da düşünürüm.
Birileriyleyken iyi kendileriyleyken üzgün insanları düşünüyorum. Hayat o sıra adil görünüyor gözüme, hiç yalnız kalmıyorlar.
Yeni bir yere ihtiyaç olsa da tarif etmeden kimse göstermiyor.
Bacaklarımın ağrıması hoşuma gidiyor.
Hepimiz kelime kovalıyoruz. Öylece anlatılır, öylece anlaşılır sanıyoruz. Ben kelime döktüm, vapur beni götürdü. Vapur seni getirdi diyenler olacaktır. Öyle zamanlar olmadı değil.