expr:class='"loading" + data:blog.mobileClass'>

26 Haziran 2011 Pazar

mayıs nefesi

siz şu kenarda bekleyin. ne kadar bekleyelim? şu kenar kadar.
der demez ince parmaklarıyla, sülük elleriyle bir kapı araladı. ağzıyla gülümsedi. bize haber verdi.
sonrasında hatırladığımız tek şey aydınıktı.son defa aydınlandık. kovalarla aydınlığı başımızdan aşağı akıttık. akarken ağzımı açıp içimize aydınlık kaçırdık. nefesimiz kesildi, hoşumuza gitti. hoşumuzu karşımıza alıp enine boyuna konuştuk. ona gidenleri anlattık, tanıştırdık, tanıttık.
ağzımı kımıldatmadan, aklımla soruyordum. tane tane merak döküyordum. öteki dünyadan birine sorar gibi en sade haliyle, evet hayırlı cevaplar bakınıyordum. karşıma dişi bir ağız koydu, yüce bir beyin, koca bir ruh. konuştu kadın. bana cümle söyledi.
önce sulardan bahsetti, toza karışmışlar. sonra haritada parmağını sürükledi, yıldızları işaretledi. birini aldı, öbürünün yanına koydu. uzun uzun anlattı. nedenini söyledi. söylerken bazen yüzümü avuçlarının arasında aldı bazen başımı okşadı. o söyledi ben aktım. sızdım. çatlaklara sığdım. iklimlerden bahsetti, olmazlıklardan konuştu. sonra yine kapılara döndü. kırk senede bir kere aralanan kapılardan laf açtı. bu gece kapılar açıkmış. gökyüzünde herkes susmuş, bize bakıyorlarmış. dileyene dilediğini veriyolarmış, dilemekten utanana arkasından gülüyorlarmış.
tekrar diledik. yazıya şükrettik. ayaklarını öptük biraz, kolunun altını gıdıkladık. koynumuza aldık. çekik gözüne baktık. ensesini sevdik. saçını karıştırdık. ceplerini yokladık. karnının sıcağına baktık. beline avcumuzu dayadık, rahatlattık, acısını aldık, ciğerlerine masaj yaptık, aklının ağırlığını aldık, yerine kuş tüyü bıraktık. içine dolduk. sesini duyar gibi olduk. yüzüne üfleyerek uyuttuk. serine koyduk bıraktık. sabaha değin nefesini saydık. bir gece koynumuzda uyuttuk. bir gece çocukluğuyla konuştuk. dünya üzerinde harcanan zamana göre yaş vermedik bu gece. ağlamak isteyen ağladı. kimsenin sırtını sıvazlayıp tamam geçti demedik. geçmedi. dünyada kaldık.
ağzıma üfledikleri tam tur atıp kulağına dönsün istiyordu. tepemizde tabak gibi bir güneş, masasında yazdığım, çatısını şapka yaptığım yeri özlüyordum. 2 sene önce ne kadar güzel olduğumu düşünüyordum. oysa hepsi yan cephesini görüp penceresine hayran olduklarımdan ibaret. bir kutu kivi  bahçesi, yedi dişi kivinin yanına bir erkek kivi ekilmeli ki yeşile dönsün, sulansın. kanunun doğadan geleni bizi serin dere kenarlarına götürür, ot kokulu nefesler aldırır. bana çıplak ayak toprağa basmalar vadettin, farketmedin. öyle başka yerlerimizden tutuyoruz ki birbirimizi, gözün görse kekeler.
ben sana konuşmadan sevmeyi öğretiyorum, sen bana ağzımda yemek varken konuşmamayı. buralarda bir yerde bir ilkel geziniyor, yepyeni papuçlarını, burnunu kaldırım taşına vura vura giyiyor.
Ayarsız bir sevgi gösterisi, bir dala tırmanmalar. Bir cümlelik doğruyu bin susmak söndüremedi.
Şimdi ben insanlarla avuç içimle değerek tanışıyorum, ağacın kovuğunu okşar gibi. bir süre avucumda tutup sonra cebime atıyorum. ne zamandır bunu hatırlamaya çalışıyorum. koku esastı, sese döndürdüklerimiz perde. kulağımdan çok burnuma inanıyorum.