expr:class='"loading" + data:blog.mobileClass'>

15 Aralık 2015 Salı

bugün bunu okumayı çok sevdim

Bir şeyler sunarkenki cömertliğin, böyle meyve ve yemiş gibi şeyler, yaşından büyük ve olmaz yere metanetli yapıyor seni. 

Dize uzanacak bir eli esirgerken de tutumlu yapıyor lüzumsuz. Görülecek bir zamana kapanan gözün yok yere duyarsız yapıyor.

22 Kasım 2015 Pazar

bu rüzgarlı hava bir düşünceye tutunmamı engelliyor.
kalabalık bir his aslında.
kabalık ama geçici.

süresi kısa gerçek bir gülümseme kadar kalalım istiyorum.

evin içine ısrarla dolan bir gün ışığı gibi değil de önü yaprağı sık ve yuvarlak bir ağacın dallarıyla kesilen bir güneş gelsin.
bir süre dursun.

sonra dışarı çıkalım.
bir parça kağıdın üzerinde iki satır yazı görüp heyecanlanalım.

senin bile isteye tutunmadığın dallara salıncak kuralım.

17 Eylül 2015 Perşembe

yeşile yeşil dersek yeşil sanacaklar diye korkmakla geçti.

27 Ağustos 2015 Perşembe




neden bu yerde beklemen için onca ısrar ettim bulamıyorum.
akşam güneşine benzer bir sıcaklığı var buranın.
aklıma sarı şeyler getiriyor.

bir saniyeliğine senden kurtulmuş bir bakışınla karşılaştığımdan,
ayakkabılardan laf açtığından,
bu minderler kırmızı kumaş üzerine ince çiçekli olduğundan,
hep acele ettiğimizden,
hep ama hep
hiç zaman olmadığından,
sarı kağıtlarının kıymetinden,
meyvelerinden,
yemişlerinden.

sana bakarken bir camın yansımasından gözüm kendime değecek olsa başkalığıma şaşardım.
sana getirdiğim görüntümün herkese götürdüğümden başka olduğunu anlardım.

bu oturduğum yerde
bin bir hile ile seni getirdiğim yerde
dalından koparılmış şeyler var.
kavanozlarda beklemeye bırakılmış
hala rengine sahip çıkan.
ne senin kulağına ne benim kulağıma tanıdık, başkasının çalgısı çengisi.
yüzyüze bakmaya alışık
saçı sıkı sıkıya toplu genç kadınlar ve
seyrek gülümseme var.

bugün sadece kendimle karşılaşmayı beklerken sana rastlamam
konuyu hafifletmek için eşelediğim bir köstebek çukuru olsun mu?

16 Ağustos 2015 Pazar

Filmlerdeki harekete geçen ve haklı çıkan karakter gibi davranmak isterken yine evin yolunu tutuyor.
bitkilerin sayısı üçü geçti.
bir yerlerden hayat sızıyor.

2 Ağustos 2015 Pazar

Bir bildiği var.
Bizim bilmediğimiz bir geleceğe kök salıyor.
Dal büyütüyor.
11.06.15

23 Temmuz 2015 Perşembe

Gününü soldurma.
Hadi git suya bak. Sen yaziya bakma.

6 Temmuz 2015 Pazartesi

herkesin adımı başkadır ya benimki ne zamandır açmaya kıyamadığım vişne rengi peçetelerin paketini açmamla havada kalmaktan kurtuluyor. sana sofra kuruyorum. edeceğin ilk lafla altına örtü serseydim, çekip dağıtması afilli olurdu diye aklımdan geçirdiğim bir sofra. hatayı yeteri kadar özenmeyişimde arayıp ekmeği poşetinden çıkarıp masaya getirdiğim bir sofra. her an ağzımda büyüyecek, kursağıma oturacak lokmaları tavada umutla çevirdiğim.
pis pis gülüyorum. gereksiz bir sabır üzerimde. edeceğin o kocaman bir kütük kıvamındaki lafı bekliyorum.
geliyor.
nefes al nefes veeer ve bu sefer işe yarıyor.
vişne peçetelerimi ziyan etmeme çabam olsa gerek bu. başka bir anlam uyduramıyorum. çiğnemeye devam ediyorum.

çevremdeyken sana bakıyorum. uzun uzun sinek mi arı mı diye anlamaya çalışarak bakarsın ya öyle bakınıyorum.
aramızdaki iplikten de olsa bağı görmeye çalışıyorum.
bu konu üzerinde yeterince duracak kadar ilgilenmiyorum, ipleri esrarengiz şekilde bağlı oldukları şekilde bırakıyorum.
sonra seninle ilgili herhangi bir şeyin esrarengiz olarak anılması beni güldürüyor.

sofrayı toplarken kafam çok iyi çalışıyor. hele tabakları yıkarken kelimelerden mücevher yapıyorum. boynuma doluyorum, saklıyorum bir şekilde. ipi kopuyor sonra saçılıyor. biri aklımda birini bulamıyorum.

açıp açıp kurumuş mu diye baktığım bir yaraya benzettim seni ekmekleri poşetine kaldırıp vişne peçeteleri buruşturup atarken.
acısı geçmiş. yine de bir türlü kurumuyor, kurusa kabuğu neye benzer bilemiyoruz.

ben bütün huylarımla, huzursuzluklarımla başbaşayken rahat ettim hep. tesadüf müdür ki etrafımızda kimse yokken seni sofraya oturtuyorum. nedir yani meseleyi masaya mı yatırdık?

bir sürü şey işte kumunu kazısan dibinden yine su çıkar.
anladığım o ki en az senin yanındaki kendimi tanıyorum.

28 Haziran 2015 Pazar

Her şeyin tam olmasına ve bitmiş halde hazır bulunmasına karşı bir istek duyuyorum. Kan pıhtısından oluşma fikri bu yüzden içimi huzursuz ediyor. Şekli belirsiz bir koyu kırmızı pıhtı. Dört yanından çıkan kollar, bacaklar. Kolların ucundan dallanıp budaklanan parmaklar. Nasıl olduğunu bilmek istemiyorum.

Suyun yaşadığı yerler var. Düzenli olarak vurduğu kıyılar. Hani diyemiyor ki ben bugün uzak bir sahile vurayım. Şanslı olanlar bir yağmur bulutuna taşınıp kendi seçmediği bir noktaya da düşebilir. Düştüğü yer yine bir su birikintisi değilse su olmaya devam etmeyedebilir.

İki kol, iki bacakla ödüllendirilerek geldiğimiz bu dünyada,  nerenin suyu karıştı ki var olmak için ödünç aldığımız sıvılara, bilmediğimiz yerleri özlüyoruz. Sadece senin olanı alıp gitmek diye bir şey mümkün değil. Bu şey bizi birbirimize bağlamış. Herkesi birbirine bağlamış. Topraktan bitmiyoruz ki biz. Yaban otu da değiliz.

Bu ses işe yarıyor.
Bu su işe yarıyor.
Bu su bu taşlara vurup geri kaçtıkça güzelce işe yarıyor.

Bu dalgalar artık su olmak istemediklerinden mi karaya tırmanmaya çalışıyor?

16 Haziran 2015 Salı

üçüncü kez başladığım "varolmanın dayanılmaz hafifliği" yine sonunu göremeden çantanın birinin dibinde kaldı.

bir tekeri döndüren fare davranışındaki hareketleri saymazsak, benim varoluşum hafif olmamakta haklı.

düşünce eylemden sayılsaydı bu kadar harekete....

aman.

derinlerde hava taneciği bulunmadığının kanıtlandığı günlerdeyiz.

her şey bu kadar kontrol altındayken kontrol dışına çıkan hallerim, aslında kontrol sandığımız şeylerin kasılmalardan ibaret olabileceğini düşündürüyor.


25 Mayıs 2015 Pazartesi

hissinden söz etmediğin sürece, hesaba katılmadığından hep ayakta kalıyor.
bu yüzden hislerin bacakları çok güçleniyor.
zaman geçiyor.
his geçmiyor.
orada öylece iki ayağının üstünde duruyor.
fazlaca ayakta kalınca hisler ağaçlara dönüşüyor.
kimi çiçek veriyor kimi vermiyor.
verse de vermese de güzel kalıyor, gölge yapıyor.

ruhun kitaplarda yazmayan bir ağırlığı var.
ayakta duran hisler, belki de fazla yük olmamak için kendine bir yer bulup çömelmiyor.

21 Mayıs 2015 Perşembe

büyüdükçe oluyor sanki.
suyunu emen köklerden dallara kayıyor aklım.
yürüken ayaklarına bakarsa düşer ya insan, göğe döner oldum yüzümü.
şimdilerde aklım uzanıp giden dallarda.
bir korkusuz.
kökünün dibinde oturmaktan geri duruyor.
başımıza gelecek olanlar bir ağacın gölgesi altında gelecekti ya hani,
dallarına salıncak kurmadan gelmeyecek demek.
yine de kendi kökün duruken başkasının dalında çiçek açmak,
almadı aklım.

26 Nisan 2015 Pazar

çengel bulmaca

benzeyen bir şey -aynı iç terazi-
sebebi belirsiz bir ılıklık -tanışıklık-
alabildiğine anlamsız bir yetme - sahip olmak istemek-
abartılı bir anlayış, şefkat -alışılmak istemek-
manasız bir hoş görme -kaybetmek istememek-
lüzumsuz bir fedakarlık -korkaklık-
bakmak, seyretmek -dinlenmek-



24 Nisan 2015 Cuma

çevirip çevirip sadece bunu dinleyelim.
sonra da bir şey kendiliğinden olsun.

16 Nisan 2015 Perşembe

incecik kemik elleri var. avuçlarının içi her zaman sıcak olur. kendisi çok üşür.
bugün uzun zaman sonra aydınlık görüyorum yüzünü.
gözleri yuvalarında rahat, nemli, sağlıklı görünüyor.

dört saat geçiyor, masaya on iki bardak uğruyor.
on iki bardağın ardından sokak üşütmüyor.

gece oldu. aşağı yukarı aynı yaşlardayız.
aşağı yukarı aynı yerlerde yaşıyoruz.
sokağa çıkınca yollarımızı ayırmıyoruz. kısa süre kimin evine bırakılan kimin bırakan taraf olacağını konuşuyoruz. cinsiyet eşitliği halinde yaş farkı kararı veriyor, evine yollanıyoruz.
demir kapının dışında evine girmesini beklerken yanıma bir kurt köpeği yaklaşıyor.
yanıma sokulan köpeği görünce eli kapı kolunda bir süre duraksıyor.
"sen korkarsın şimdi, nasıl gideceksin?" diyor.
"biz beraber gideriz, beni kollar" çıkıyor ağzımdan.

sokak çok boş.
tırnaklı ayakları kaldırıma sürtündükçe arkamdan gelmeye devam ettiğini anlıyorum.
korkudan aynı kaldırımda yürümediğim bir hayvana yakın durmak, dokunmak, kafasını sevmek istiyorum.
elimle dizime vurup daha da yakınıma çağırıyorum, hemen cevap veriyor.
artık yan yana yürüyoruz.
yolda bir başka köpek görüyor. peşinden gidiyor.
sokak ortasında durup ağlıyorum.
arkasından sesleniyorum.
biraz çabalıyorum.
tam arkamı dönüp giderken geri dönüyor.
eve kadar yürüyoruz.
yolda acaba eve alsam beraber yatar mıyız diye düşünüyorum.
vazgeçiyorum.
bu sahneyi sanki bir filmden hatırlıyorum.
sarhoşken hayvanlarla dostluk kuran bir karakteri hatırlatıyor.
tavus kuşlarını kucaklayıp eve götürürken sarhoş muydu?
bir şeyi kucaklayıp eve götürme hareketi çocuklukla delilik arasında bir noktada duruyor sanki ama bu isteği o an için çok seviyorum.

kapının önüne geliyoruz.
kafasını, yüzünü, burnunu, ağzını seviyorum. sarılıyorum.
mutfağa koşup buzluktaki karidesi çıkarıyorum.
beğenmiyor. peynir veriyorum.
kapının önüne yatmış beni bekliyor.
burayı evi yaptı zannediyorum.
bir köpeğim oldu zannediyorum.
geri gelmemek üzere bir korkum silinip gitti zannediyorum.
kendimin sarhoş halini unutuyorum.

sabah oluyor.
uyanınca cama koşuyorum.
kapının önü boş.
sokağa çıkıyorum.
yürüdüğüm yolun karşısından dört köpek geliyor.
öbür kaldırıma geçiyorum.
bazı şeyler kısa sürüyor.

3 Nisan 2015 Cuma

gereğinden fazla uzamış bir dal gibi hissediyorum.


herkes bir süreliğine haklı olmuştu

herkes bir süreliğine haklı olmuştu.

tam olarak nerede haklı olduğumu hatırlamak için o sokaktan geçiyordum. kaldırımdaki taburelere sığdığımız bir akşamı hatırlamak üzere, o vakit oturduğumuz yere yakın durmaya çalışıyordum geçerken.

tahmin edemediğim bir his kalmış o günden. haksızlığına uğradığımı hatırladım ve eve döndüğümde aklıma bu düştü:

herkes bir süreliğine haklı olmuştu.

22 Mart 2015 Pazar

eskiden vapurlar vardı 19:15 olduğunda sayfalara dokunmaya bahane.
bugün bir 19:15'e rastlıyorum ve şunları düşünüyorum:
tahmin edemediğimiz yönde değişiyoruz.
geçmişe baktığımda kendimi şefkatle hatırlıyorum.
ne kadar da korunaksızmışız, kendimizi güçlü hissederken.
bugünün geçmişi de başka türlü olmayacak.

15 Mart 2015 Pazar

çocukluğumdan beri bana hep öyle gelmiştir ki yakın hissetmek ve yakın hissettiğini belli etmek eş zamanlı değil.
yakın hissetmemek ve yakın hissetmediğini belli etmek de eş zamalı değil.

bazen emin olamadığın için, bazen utandığın, bazen karşılığını bulamamaktan/incinmekten korktuğun için ertelenen durumlar.

birinin kitaplarının,
birinin yazdıklarının,
birinin çizdiklerinin
peşinden gitmek olacak iş değil.

2 Şubat 2015 Pazartesi

ben bir keresinde kendimi suya bırakmıştım.

27 Ocak 2015 Salı

eğer ayaktaysan, saçlarını iyice kestirmişsen, tıraşlıysan başka.

o sırada bir şeyler atıştırıyorsan, yavan ekmek kemirir gibi mesela, o daha başka.

eşyalarınla beraber, dirseklerinden beri kolların masanın üzerindeyse, aklını dağıtmışsan orta yere, lafının değdiği yerle gözünün iliştiği yer başka başkaysa, o zaman bir daha başka.

kendi halinde olmakla, kendini haline bırakmış olmak arasında fark var değil mi?

22 Ocak 2015 Perşembe

çoğu zaman seni camdan ısınıp odanın içine dolan bir güneş ışığıyla getiriyorum aklıma. sarı renklerle.
sanki yıllar boyu bir fotoğraftan baka baka hatrıma sokmuşum da gözüm kapalı yüzünü anımsıyorum.
oysa ne üstünden öyle bir zaman geçti, ne yaşlandık.
bir nostalji katma hevesi bulmuş beni, nereden bulaştımsa...
çok uykum geliyor. bildiğin gibi değil.

12 Ocak 2015 Pazartesi

biten hevesleri mum alevine benzetirler. aslında daha çok uykuya gitmeden önce üşenilmiş şeyler gibi.
heves çok zor bir kelime.
hem çekirdek kadar kutsal, hem hiç hükmü yok.
biten hevesleri ne kadar kale almak gerek diye soruyorum bir yandan saçlarını karıştırırken.
çünkü bana, biri saçıyla oynanırken yalan söyleyemezmiş gibi geliyor.
bittiğine göre aslında yokmuş diyecek kadar ansiklopedi bir adam.
sik lo pe di.
ben hayatım boyunca biten şeylere sinirlenmedim.
cümleyi okumadan cümle içindeki anlam bütünlüğünü aranmalaraysa çok sinirlendim.
ne zamandır harflerin yanyana duruşu, kelimenin yankısından kıymetli oldu?
ah yazı.
öyle güzelsin.
çaldın aklımızı.

1 Ocak 2015 Perşembe

beklemenin son bulduğu ve her ne ise o şeyin başımıza geldiği yer bir ağacın altı oluyor demekki.
bunca zaman ben yolda giderken olduğu yerde kalan ağaca içimde duyduğum şeyi bugün anlıyorum.

ağacın altı bir durak ama durdurmak isteyenin yanına varıp olsun istediğini oldurduğu bir durak değil.
olacakların olmak için bizi altına götürdüğü bir durak.

bir elimizin diğerini tutup bizi götürdüğü.

ne olacaksa biz bir ağacın altında uzanmışken olacak. o sırada bir ağacın altında olduğumuzu da sonradan anımsayacağız.

ormanlar bu yüzden mi böylesine bilge?